WhatsApp Hattı
WhatsApp Haber İhbar Hattı

05304670437

Mobil Uygulamalarımızı Hemen İndir

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız

Yusuf Yeşilkaya

Yusuf Yeşilkaya
Yusuf Yeşilkaya
Tüm Yazıları
BENİM İŞİM OLSUNDA
4.12.2011

 

             Büyük bir alış veriş merkezinin önünde, birazdan beni havaalanına götürecek servisin gelmesini bekliyorum. Servis gelinceye kadar çevrede olup bitenleri gözlemlemeye koyuldum. Bir yandan akıp giden trafikteki insan manzaraları, diğer yandan alış veriş yapan insanların yüz ifadeleri… Aman Allah’ım! Alıcı gözle baktığınızda ne manzaralar var, davranış mühendisliği açısından ne malzemeler var. Bir görseniz neler var, neler. Yirmi dakikada gözlemlediğim onlarca hadiseyi sizlerle paylaşıp, işin suyunu çıkarmayacağım. Ama bir tanesini paylaşmadan da geçemeyeceğim.

            Alış veriş merkezinin çıkış kapısından orta yaşlarda, şık giyimli bir beyefendi ve yanında yine orta yaşlarda bir hanımefendi çıktı. O da şık giyimli ve bakımlıydı. Saçları kuaförde yeni yapılmış, makyajı ve kıyafeti birbirini tamamlıyordu. Alışveriş arabasının bir yanından beyefendi diğer yanından da hanımefendi tutuyordu. Belki ihtiyaçlarını karşılamış olmanın mutluluğu belki de birlikte zaman geçirmenin keyfi ile her ikisi de gülümsüyordu. Bu benim yorumum. Belki de onları neşeli kılan başka nedenler vardı. Ağzına kadar dolu olan alış veriş arabası ile lüks arabalarının yanına kadar geldiler.


            Uzaktan kumanda ile aracın kapılarını açık konuma getirdikten sonra bagaj kapısını açtılar. Alış veriş arabasındaki ürünleri, özenle kendi arabalarına yerleştirdiler. Ve alış veriş arabasını yolun ortasına bırakıp kendi arabalarına bindiler. Kendi gidecekleri yönde herhangi bir engel olmadığı için hızla alış veriş merkezinden ayrıldılar. Bu bir şaka olsun isterdim. Geri gelip yolun ortasına bıraktıkları market arabasını alıp, alışveriş merkezine kadar götürmeseler bile insanlara zarar vermeyecek şekilde bir kenara kaldırsınlar isterdim. Ama olmadı. Modern giyimli beyefendi ile bakımlı hanımefendi, lüks araçlarına binerek oradan ayrıldılar ve bir daha gelmediler. Sonra ne mi oldu? Sonra alış veriş merkezine başka bir araç geldi. Yolun ortasında market arabası olduğu için otoparka giremedi. Aracı kullanan hanımefendi durdu, araçtan indi, söylene söylene yolun ortasındaki market arabasını bir kenara çekti, tekrar kendi arabasına bindi ve oto parka aracını park etti.


            Önce bu işin bir çözümü yok mu diye düşündüm. Avrupa’daki alış veriş merkezlerinde, hava alanlarında uygulanan paralı yöntem bizde neden uygulanmıyor acaba diye merak ettim. Oradaki sistemi gören okurlarım bilirler, alışveriş arabaları zincirle birbirine bağlanarak kilitlenmiştir. Bir euro atarsınız ve kilit çözülür. İşiniz bitip tekrar arabayı yerine getirirseniz, bir euronuzu geri alırsınız. Arabayı yerine götürmezseniz, bir euronuzu alamazsınız. Sistem, tıkır tıkır işliyor.  


            Hemen şunu söyleyebilirsiniz: “Efendim, Avrupalılar, paraya çok düşkünler, onlar için maddiyat çok önemli. Hem orada yıllardır sistem oturmuş, biz daha yeni başlıyoruz bu işlere…” Doğru Avrupalılar, parayı çok severler, maddiyata çok düşkünler. Ama biz de maneviyata önem verirdik hani? “Kendin için istemediğini başkası için de isteme” hadisini işimize geldiği gibi süsleyerek söylerdik herkese. Avrupa’nın maddiyatçılığı varsa bizim de çok özel değerlerimiz vardı ya hani, nerede onlar? O canım değerlerimize ne oldu, nereye gittiler?


            İşin aslı; problem sadece bir alış veriş arabasını, yolun ortasına bırakıp sorumsuzca oradan ayrılmaktan ibaret değildi. Değerlerimiz erozyona uğramış, empati kurmayı unutmuş, bencil düşüncelerimiz otomatiğe bağlı davranış kalıplarına dönüşmüştü. Yoksa mesele, bir market arabasının yolun ortasına bırakılması kadar küçük bir olay değildi.


            İnsanların hayatında, bireysel ya da toplumsal düzeyde yanlış bir davranış meydana gelebilir. Belki bir yanlış davranıştan dolayı toplumun hayatı felç olmayabilir. Arada istisnalar olabilir ve istisnalar kuralları bozmaz, diye düşünüyor olabilirsiniz. Peki, ya istisnalar kural olursa? Doğruların yerini yanlışlar alırsa? Daha da önemlisi, yapılan yanlışlar, normal görülmeye ve sıradan olaylar haline gelmeye başlarsa? DNA’mızın şifreleri bozulup, inancımızın ve kültürümüzün muhteşem değerleri, yerini bencilliğe ve fırsatçılığa bırakırsa? Ne olur o zaman, hiç düşündünüz mü? Emin olun, ben düşünmek bile istemiyorum.


            Bazı okurlarım, bıyık altı gülümseyip; “o korktuklarınızın çoğu gerçek oldu ki!” diye fısıldayabilirsiniz. Ama ben ısrarla diyorum ki, yanlış davranışlar, genel geçer olmasın. Toplum nezdinde, hatalı davranışlar kabul görmesin. Toplumun değerler katmanında, yanlışlar içselleştirilip, “ne var canım bunda?” diyerek küçümsenmesin? Gelin hep birlikte erozyona uğrayan değerler ormanına gidelim, kaybolan değerlerimiz için, toprak kaymaları için birer iyilik fidanı dikerek değerler erozyonuna engel olmaya çalışalım. 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)
  • hilal

    hilal

    31.08.2011 08:09

    bu nasıl bı yazıkı sımdı ne bu??

Yazarlar

Haber İhbar