
05304670437
Yusuf Yeşilkaya
Nasreddin Hoca’nın, kadı olarak görev yaptığı dönemde genç bir çift Hoca’nın kapısını çalar. Hoca, gençlerin yüzüne bakar ve anlatın bakalım der. Önce damat bey anlatmaya başlar:
—Hocam biz birbirimizi severek evlendik. Üç gün önce de nur topu gibi bir oğlumuz dünyaya geldi. Ne olduysa ondan sonra oldu.
—Nasıl yani?
—Anlatayım hocam. Ben diyorum ki, oğlumuzu bir yaş büyük yazdıralım. Askere bir sene önce gider, bir sene önce evlenir, tarlaya bahçeye bir sene önce başlar.
Nasreddin Hoca genç kadına döner:
—Sen ne diyorsun kızım?
—Hocam, ben de diyorum ki, oğlumuzu bir yaş küçük yazdıralım. Ana yüreği işte. Askere bir sene geç gitsin, bir sene geç evlensin, tarlaya bahçeye bir sene geç başlasın. Kıyamam yavruma ben.
—Hayır efendim büyük yazılacak!
—Olmaz, küçük yazılacak!
—Büyük yazılacak!
—Küçük yazılacak!
Nasreddin Hoca, mahkeme salonunda genç çiftin gürültüsüne dayanamaz:
—Yeter artık, bir susun bakalım.
Genç çift mecburen susar ve mahcup olurlar. Hoca, her ikisine de bakar ve der ki:
—Yahu Allah aşkına! Siz bu çocuğun gerçek yaşını yazdırmayı hiç düşünmediniz mi?
Genç çift adeta yeni bir şey keşfetmiş olarak mahkeme salonundan mutlu olarak ayrılır. Ve çocuğu gerçek yaşıyla yazdırırlar.
İlkokul birinci sınıfa gittiğim günü hatırlıyorum. Babam elimden tutup okula götürmüştü. Okul müdürüne söylediği o herkesin bildiği meşhur söz kulaklarımdan gitmez:
—Al hocam bunu. Eti senin kemiği benim. Emaneti önce Allah’a sonra sana.
Babam beni sınıfın orta yerinde bırakıp gitmişti. Hem de hiç ardına bile bakmadan. Daha sonra okula geldiğini de hatırlamıyorum. Ne bir veli toplantısı ne okul aile birliği… Öğretmenimin üstün gayreti ve biraz da kendi çabamızla okuyup okulu bitirdik. Akranlarıma baktığım zaman birçoğunun aynı süreci aynı şekilde yaşadığını düşünüyorum, hatta biliyorum. Zavallı öğretmenimiz veli toplantısı yapamazdı. Hoş yapsa da kimse gelmezdi. Öğrenci üzerinde anne babanın sağlayacağı otoriteyi de öğretmen sağlamak zorunda kalırdı. Elimize pek iyilerle dolu karneyi alıp getirdiğimizde olağandışı bir tepki ile karşılaşmazdık. “Yapman gereken bir şeyi yapmışsın zaten. Bir de aferin mi bekliyorsun?” denmezdi ama aferin de denmezdi. Bu denli ilgisiz bir yaklaşım, elbette onaylanamaz. Bu tavır gerçekten uç bir tavırdır. Çocuğun durumunu aramaz, sormaz, öğretmen bir tokat atsa bir tokat da baba atar. “Öğretmen o tokadı boş yere atmamıştır. Sen ne yaptın bakalım, önce kendi suçunu söyle!” Böyle bir durum söz konusu idi.
Aradan zaman geçti. Veliler, sürece daha etkin katılmaya başladı. Ama öyle bir katılım ki, evlere şenlik… Beşinci sınıf öğrencisinin çantasını sırtında taşıyan, her gün okula getirip götüren, öğretmene vereceği dersi öğretmeye çalışan, okula verdiği aidatla okul müdürünü ve öğretmeni kendi hizmetçisi gibi gören bir yaklaşım içindeyiz. Bugün yaşadığımız süreçte, öğretmenin öğrenciye şiddet uygulaması söz konusu değil. Ancak, olur da öğretmenin ağzından olumsuz bir söz çıkacak olursa öğrencinin velisi anında okula baskına gelir. Okulda hızını alamazsa milli eğitim müdürlüğüne, kaymakamlığa hatta valiliğe kadar gidilir. Öğretmenin ağzına kötü sözü yakıştırmak mümkün değil. Bunu anlayışla karşılamıyoruz. Ama öğretmen de bir insan. Etten kemikten yaratılmış bir insan, makine veya robot değil. Yaşanan en küçük olumsuzlukta yukarıdan aşağıya doğru bütün denetim unsurlarını okula gönderip “ben o müdüre soracağım, ben o öğretmene göstereceğim” tarzı bir yaklaşım öğrenciler üzerinde, eğitim kadrosunun otoritesini ciddi anlamda sarsmaktadır. Bu türden olumsuz tavırlarla karşılaşan öğretmenler, öğrencilerin istenmeyen davranışları karşısında başına bela almak istememektedir. Yani “ben dersime girer çıkarım, gerisi beni ilgilendirmez” şeklinde küskün bir tavır içine girmektedirler. Bir öğretmen öğrencisine küser mi? Bir müdür velisine küser mi diyebilirsiniz. Küsmemesi lazım. Ama yaşanan olumsuzluklar karşısında kim bilir belki de hayata küsmektedirler.
Yıllar önce “eti senin, kemiği benim” türündeki uç yaklaşım ne kadar yanlışsa bugünkü yaşadığımız aşırı korumacı yaklaşım da uç bir yaklaşımdır ve yanlıştır. Galiba Nasreddin Hoca döneminde genç çiftlerin yaşadığı tartışma gibi toplum olarak biz de orta yolu bir türlü bulamıyoruz. Bir o uca bir bu uca sendeleyip duruyoruz. Olması gerekeni bir türlü gerçekleştiremiyoruz.
Not: Bu yazı; Genç Gelişim Dergisi’nin Mart 2011 sayısında yayınlanmıştır.
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarlar
-
Emre KetenMetal Değil Umut Üretiyoruz Yerli ve Milli Tıbbi cihazlar 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim AtalayBolu- Mengen’de Yaşayan 8.Yöresel Kültür- Giyim Şenliği 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Emin CandanSiyaset Artık Beyinde Kazanılıyor 20.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TÜRKANBOYKOTA BOYKOT LAZIM 6.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ali ÖzdemirKar tatili tembelliğe teşviktir 27.11.2024 Tüm Yazıları
-
Hasan LökKarabük Üniversitesi Üzerinden Ne Yapılmak İsteniyor? 19.04.2024 Tüm Yazıları
-
Hayreddin ÖzdenMedenileşme 12.03.2024 Tüm Yazıları
-
Mustafa Nuri Gürsoy“Hakikati kaybettik ve uzun sürdü bunaklığımız.” 31.12.2023 Tüm Yazıları
-
Özcan ÖzdemirMAÇ “O AN “ BİTTİ… 4.12.2023 Tüm Yazıları
-
Kemal Hilmi ÇelebiYKS 2023 ÜNİVERSİTE TERCİHLERİ HAKKINDA ÖNEMLİ BİLGİLER. 22.07.2023 Tüm Yazıları
-
Vehbi CamgözBU SEÇİMDE NEYİ OYLAYACAĞIZ !!!? 24.03.2023 Tüm Yazıları
-
Tahsin ÖtgüçİSLAMIN ENGELLİYE BAKIŞI 28.11.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa Cop“BOLU” MERKEZ “GÖL HAMİDİYE”DE ”KÖY YAŞAM MERKEZİ”AÇILIŞ TÖRENİNDEN... 21.09.2022 Tüm Yazıları
-
Ömer MadenBİR KEDİM BİLE VAR ANLIYOR MUSUN? (2) 5.08.2022 Tüm Yazıları
-
Fatih PekerMAVİ KELEBEK HİKAYESİ 14.07.2022 Tüm Yazıları
oğuz
resmen ıkı golumuz eksık yazılmıs son haftada kı macta.. bu nasıl ıs ya...