WhatsApp Hattı
WhatsApp Haber İhbar Hattı

05304670437

Mobil Uygulamalarımızı Hemen İndir

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız

Vehbi Camgöz

Vehbi Camgöz
Vehbi Camgöz
Tüm Yazıları
RESMİ İDEOLOJİ İLE HESAPLAŞMAK ÇOK MU KÖTÜ?
28.11.2011

            Dersim olaylarının tartışılması dolayısı ile bu tartışmalardan rahatsız olan ve tartışılmasını istemeyenler sık, sık “ iktidar cumhuriyetten rövanş alıp hesaplaşmak istiyor” diyorlar.

           Bu konuyu gündeme getirenlerin niyetleri nedir? Hakikaten cumhuriyetle hesaplaşmak mı istiyorlar? Yoksa iddia ettikleri gibi toplumun tarihiyle yüzlemesini ve bir daha böyle acıklı olayların olmasını önlemek için düzenle hesaplaşmak mı istiyorlar? Niyet okuyucu olamadığım için bilemiyorum. Beklide denildiği gibi bu insanlar geçmişe dair kuyruk acıları dolayısı ile bu acıklı meseleleri kaşıyorlardır. Bunu bilmemiz mümkün değildir.    

            Ama meşhur ifade ile velev ki bu niyetle olsa bile; ben bu tartışmaların gene de yararlı olduğunu düşünüyorum. Cumhuriyet kuruldu kurulalı toplumun nerede ise bütün kesimlerinin cumhuriyetle değil ama onun, resmi ideolojisi ile sorunları oldu. Bu resmi ideoloji ile başı derde girmeyeni nerede ise yoktur. Bunun istisnası bir avuç “beyaz Türk” onların bu düzenle hiç başları derde girmemiştir. Çünkü her zaman düzen’in patronları olmuştur.    

           Sadece benim 57 senelik ömrüm ve 35 senelik memuriyetim dolayısı ile bu resmi ideolojiyi korumak ve ayakta tutmak uğruna katledilen, katline sebep olunan, idam edilen, hapislerde süründürülen, ekmeği ile oynanıp işinden kovulan ve kovdurulan neredeyse milyonlarca insanın dramına şahit oldum.    

           Henüz küçücük bir çocukken; resmi ideolojiden saptıkları gerekçesi ve batının desteği ile ülkenin liberal, çağdaş yaşamını benimseyen başbakanı ve bakanları asıldı. Cumhurbaşkanını, bakanlarını, milletvekili ve partililerinin büyük bir kısmını zindanlara attılar. Milletin %57 oyunu almış siyasetçileri ve onlara oy verenleri aşağılayıp zulmettiler.    

          Aradan 10 sene geçince; yeniden aynı iddia ve destek ile öğrenci olayları bahane edilerek, devletin korunma refleksi depreşti. Bu defa gençlerin arasına ajanlar sokularak olaylar tahrik edilip, suça adeta devlet görevlileri, ajanlar tarafından kışkırtılan bu insanlar ve aileleri kıyıma tabi tutuldular.    

          Genellikle alevi ailelerin çocukları olmaları dolayısı ile toplumun bu kesimi rejim için potansiyel tehlike sayılarak; bunlar kıyıma uğratıldı. Bu durum 12 Eylüle kadar sürdü. Kamu kurumları içinde, alevi kimliği ile bilinen, üniformalı ve sivil amir ve memurlar bir sabah kalkıp sarı zarflar ellerine verilerek işlerinden kovuldukları hep yazılıp, çizildi.     

          12 Eylül zaten başlı başına toplu bir kıyım makinesine dönüştü. Sağcısı, solcusu, İslamcısı, ülkücüsü, liberali ayrım yapılmadan herkesi eşit kavurdu. Öylesine bir eşitlik ki, bir kesimden idam yapılırken; suçlu olup olmadığına bakılmadan diğer taraftan da ona eşlik edecek birisini astılar. Asılanların insan olduğu unutulup, “asmayalım da, besleyelim mi” tekerlemesini literatürümüze kazandırdılar.    

          Bu darbeden yaklaşık 15 yıl sonra; adına kendilerinin “post-modern darbe” dedikleri bir darbe ile zulümlerini taçlandırdılar. Ülkenin 70 yaşındaki başbakanına alenen milletin gözü önünde ana-avrat sövme ahlaksızlığını gösterildi. Ülkenin en büyük partisi mahkemelere baskı yapılarak kapattırıldı. 10binlerce memuru, subayı, öğretmeni, işçiyi idareciyi “irticacı” diye, cezalandırıp, sürdüler, kovdular. Yine 10binlerce öğrenciyi başörtüleri nedeniyle üniversitelere sokmadılar.

           Bütün bunları, bu düzeni ve resmi ideolojiyi korumak için yaptılar. Devleti idare eden; içinde çeşitli menfaat guruplarını barındıran ve adına “derin devlet” denen bu yapı için, düzeni korumak vatanı ve üzerinde yaşayan insanları korumaktan daha önemliydi. Bunu da hiç saklamadan açık, açık söylediler.      

           Düzeni ve resmi ideolojiyi korumak için, gerekirse milyonlarca insanın elimine edileceğini gösteren planlar yaptılar. 28 Şubatın, kamu görevlileri, devlet adına fişleme yapmak için “çalışma gurupları” oluşturdular. Yargıyı yönlendirme faaliyetine girişip, yargı brifingleri düzenlediler. Düzeni korumak için icap ederse ateş edileceğini ve insan kaybını göze aldıklarını rahatlıkla fısıltı gazeteleri vasıtası ile yayarak korku salmak istediler.  

            Daha sonraki dönemde ise camilerin ve cami cemaatinin, bombalanması, siyasetçilerin tutuklanarak etkisizleştirilmesi, hatta savaş çıkarılması, kendi uçaklarımızın düşürülmesi dahi planlanmış ve sanıkları, bu nedenle mahkemede hesap vermektedirler.  

            Kısaca; benim kısacık ömrümde tanık olduğum olaylar bunlar. Bizler doğmadan öncede, Anadolu da irili ufaklı 10larca isyan, yaşanmıştır. Rejimi yerleştirme uğruna bazı rivayetlere göre 10binlerce bazı rivayetlere göre daha az veya daha çok insan harcanmıştır. İstiklal mahkemeleri önüne insan çıkarmak yerine, günümüzde; Habur rezaleti dolayısı ile eleştirildiği şekilde illere seyyar istiklal mahkemeleri götürüp, 10binlerce insan temyiz hakkından yoksun bırakılacak yargılamalarla asılmış, hapsedilmiş, sürgüne tabi tutulmuştur. İnsanlar önce asılmış daha sonra tanıklar dinlenerek gerekçe yazılmıştır. Hatta bazen ölü insanlar mezardan çıkarılarak asıldığı iddiaları ayyuka çıkmıştır.    

            Şimdi yeniden başa dönecek olursak; bana göre böyle bir düzen ve resmi ideoloji ile hesaplaşmanın vakti çoktan gelmiştir.  Bu resmi ideolojinin masaya yatırılıp, sorgulanması, bütün toplum kesimlerinin eteğindeki taşları dökmesi ve yeniden birlikte yaşamanın şartlarını birlikte belirleyip, herkesin; inancını, ideolojisini, siyasi kanaatini, etnik kimliğini, rahatlıkla ifade edip gereğini yaşayacağı demokratik bir düzene geçilmesi gerekmektedir. Çünkü Lozan’da batının biçip, dikip, sırtımıza geçirdiği bu ideolojik elbise, deli gömleği, bize dar gelmektedir.  

           Bu ülkede çok büyük çoğunluk, tarihten intikam alma, cumhuriyeti kuranlara düşmanlık etme peşinde değildir. Sadece ve sadece ülkede yeniden aynı sıkıntıları bir daha yaşamak istememektedir. Bunu için hem devlete, hem siyasi partilere, hem de hepimize görevler düşmektedir. Herkes bu vatanın, kendi vatanı olduğu bilincindedir. Hiç kimsenin başka bir yere gitmeye, niyeti de imkânı da yoktur.      

           İstenilen; hiç kimsenin, devlet düşmanı olduğunun ilan edilmemesidir. Eğer suç işlerse adil bir mahkemede hesap vermek istemektedir. Herkes kendi dilini konuşmak, kendi inancını yaşamak istemektedir. Toplumun geneli, ne bölünmeyi, ne vatanını satmayı aklından geçirmemektedir. Bütün dünya da bize düşman değildir. Bizde paranoyaya kapılıp, “iç düşman” “dış düşman” korkusundan kurtulup, hür dünya insanları gibi yaşamak istiyoruz.    

          Bunun içinde; geçmişle adam gibi hesaplaşıp, en zararsız şekilde geçmiş hesapların kapanmasını isteniyor. Hele de; önümüzde yeni anayasa yapmak gibi bir uzlaşma zemini yakalanmışken, bu tartışmalardan ürküp, gene birbirimizi suçlamayalım. Herkesi en az kendimiz kadar vatansever olarak görmek zorundayız. Vatanseverlik herkesin hakkıdır. Sadece bize, dedelerimizden miras kalmadı. Bizim dışımızda, bizim gibi düşünmeyenler de, pekâlâ vatanperver olabilirler.         Selamlarımla…    

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber İhbar