WhatsApp Hattı
WhatsApp Haber İhbar Hattı

05304670437

Mobil Uygulamalarımızı Hemen İndir

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız

Vehbi Camgöz

Vehbi Camgöz
Vehbi Camgöz
Tüm Yazıları
SİSTEM TARTIŞMASI VE BAŞKANLIK SİSTEMİ
13.05.2012

 

         Hepimizin bildiği gibi, bu sistem tartışılması yeni değil. 1960lı yıllardan beri, birçok kez sistem tartışmaları gündeme taşınmıştır. Her seferinde “sağ” olarak adlandırılan siyasi kesimler, parlamenter sistem’in ülke sorunlarını çözmekte yetersiz kaldığını ileri sürerek, başkanlık sistemine geçilmesini talep etmişlerdir.

         Ülkemiz 1876 yılında ilk anayasasını yapmış, 1909 yılındaki değişikliği ile de meclis sistemine geçmiştir. O dönemde kurulan meclis-i mebusan ve  1921 ile 1924 yıllarında kurulan meclis sistemlerini, bugün anladığımız manada “parlamenter sistem” saymak mümkün değildir. Özellikle 1921ve 1924 yıllarında kurulan sistemler meclisin hakimiyetini hedeflemiş sistemlerdir. Onun için özellikle 1921 den sonra kurulan hükümetlerin adı; “meclis hükümetleri”dir.

         Bugünkü sistem, 1961 anayasası ile kurulmuş bir sistemdir. Bu sistem batılı anlamda parlamenter sistem sayılamaz. Onlardan egemenlik kullanma açısından çok farklılık arz eder. Halkın egemenliğin yönetime yansıtmakta isteksiz ve yetersizdir. Halka yeterince güven  duyulamadığı için, egemenliği sınırlandıracak, tedbirler içermektedirler. 1961 anayasası bunun için çift meclis kuralını getirmiş, bununla da kalmayarak darbe yapanları “ömür boyu senatör” yaparak kendilerine göre sisteme, halk egemenliğine karşı sigorta  oluşturmuşlardır. Bu da meclisin etkin ve hızlı yasama faaliyetini engellemiştir. Bunu bahane ederek 1980 darbesini yapmışlardır.

         Darbe sonrası oluşturulan sistemle bu kez, meclisin hızlı çalışmasının önündeki engelleri kaldırmışlar, ama halk egemenliğinin kullanılmasını başta cumhurbaşkanı olmak üzere oluşturulan “anayasal kurumlar” a dağıtarak başka bir vesayet sistemi oluşturmuşlardır. Bunu da anayasaya koymuşlardır. “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, millet bunu kurumlar vasıtası ile kullanır.” Bu kurumlar da siyaset kurumunun rakibi durumuna gelmişlerdir. Anayasa mahkemesi, Y.Ö.K ve bazı bağımsız kurullar buna örnektir. Bu makam ve kurullar, sorumlu olmadıkları halde yetkili kılınmışlar, siyaseti hukuki yönden denetleyeceklerine, “kuvvetler ayrılığı” ilkesine aykırı olarak idari ve siyasi yerindeliği gözetmişlerdir.

         Oluşturulan bu sistem, tam planladıkları gibi 2007 yılına kadar yürümüş, ama kendilerinin planlamadıkları bir şekilde hem hükümet, hem de cumhurbaşkanı aynı partiden olunca sistem, vesayetçiler açısından  tıkanmaya başlamıştır. Bu kez, öteden beri sistemi savunanlar, “iktidar partisinin sivil diktatörlük!!” kurduğunu savunmaya başladılar.

         Aslında 1961 yılından, özellikle 1982 yılından beri bu sistemden, halkın oyunu alıp, iktidara gelen sağ siyasetçiler, hep şikayet etmişler ve bu sitemin yerine başkanlık sistemini talep etmişlerdir. Sol siyasetçiler ise hep sistemin devamını savunmuşlardır.

          Aslında, sol siyasetçiler, özellikle CHP’liler haklıdırlar. Halkın oyunu alarak iktidara gelme imkanları bulunmamasına rağmen kendi partilerinin ideolojisi zaten anayasada yer aldığı için muhalefet olsalar da iktidarda sayılıyorlar. Onların iktidara gelmesine gerek yok ki; partilerinin 6 oku zaten anayasada yazıyor. Buna aykırı davrananlar, zaten gerek askerden gerekse yargıdan kırmızı kartı görüyor. Yani bu sistemde kim iktidar olursa olsun CHP’nin ideolojisini ve siyasi programını uygulamak zorundadır. Buna aykırı davrananlar: Ya darbeye maruz kalır, yada yargı tarafından kapatılırdı.

         Şimdi CHP’nin neden sistem değişikliğine karşı direndiğinin sebebini burada aramak lazım. Yoksa getirilecek sistemin demokrasiye, iyi yönetişime uygun olup olmadığı onlar için pek önemli değil. Mevcut statüko ve devamı, onlar için hayati önem taşıyor. Bu seçkinci ideoloji ve düzen onların ve onlar gibi düşünen Çankaya, Şişli, Kadıköy, kordon boyu sakinlerinin, ve sahil kentlerinin kırmızı çizgileridir. Onlarda biliyorlar ki; bu sistem gelirse halk kendi inancına Fransız, dinine yabancı insanları başkan seçmez.

         Sağ siyasetçilerin, liberali, milliyetçisi, İslamcısı ile başkanlık sistemini savunmalarının da partilere göre, özel sebepleri var. Bazısı özgürlükler nedeniyle, bazısı başkanlık sisteminin, Türk tarihine ve töresine daha uygun olması, bazısı da dini ve milli değerlere daha uygun ve etkin yönetim aracı, yerli kodlara uygun bir sistem olması nedeniyle istemiştir.

         Aslında çokta haksız sayılmazlar. Ta Selçukludan beri yaklaşık 1000 yıldan beri bu coğrafya etkin ve kuvvetli icracılar tarafından idare edilmişlerdir. Bu idarecilerden bazıları çok adil ve etkin olduklarında toplum ilerlemiştir.

         O dönemler padişahlık dönemi olduğu için idarecilerin etkin ve adıl olmaları şansa kalmışken, bugün getirilmesi düşünülen sistem de bu idarecilerin etkin ve adil olması nerde ise garanti. Öyle olmayanların halkın oyunu alıp seçilme imkanı yok. Eğer gözden kaçan olursa, halkın onu seçimde alaşağı etmesi mümkündür. Onun için de eğer halka iyi anlatılırsa bu sistem halk tarafından kısa sürede benimsenip talep edilir. Siz bakmayın “halkın sadece %17si istiyor” demelerine.

         Gelinen bu noktada tıkanma yaşandığı apaçık ortada. Düşünün ki seçim yapılıyor, cumhurbaşkanı olan kişi bir partiyi işaret ediyor, veya ona çalışıyor. Ama halk o partiye oy vermiyor. Başkasını seçiyor, seçimi kazanan parti tereddüt de “ acaba hükümeti kurmam için görev verilecek mi?” veya partiler aralarında anlaşıyor. “şunun başkanlığında hükümet kuracağız” diyorlar. Ama cumhurbaşkanı “ben istediğime görev veririm” diyor. Dediğini gerçekleştirmek için de, başlıyor ant-ı demokratik atraksiyonlara. Mebus transferleri, tehditler, şantajlar. Ülkede bunlar hep yaşandı.

         Bu konuda daha anlatacak çok gerekçe var. Ama vakit almamak için kısa kesmek istiyorum. Mevcut sistem, 1925 değişikliği, 1960 ve 1982 anayasaları tarafından bize dayattığı “ucube” bir sistemdir. Darbelerle yüzleşildiği bu dönemde gereğini yapıp, adam gibi başkanlık sistemi yada adam gibi parlamenter sistem inşa etmeliyiz.

         Dünyada parlamenter sistemi uygulayan ülkelerde mi, yoksa başkanlık sistemini uygulayan ülkelerde mi demokrasi daha iyi işliyor? Karar vermemiz gereken budur. Bölünme bahanesi ile karşı çıkanları samimi bulmuyorum. Ne başkanlık sistemi nede başka bir sistem biz istemedikçe bizi bölemez. Ama Anadolu da yaşayan halk eğer bölünmeyi kafaya koyarsa er de geçte bölünür. Bunu hiçbir sitem önleyemez. Asıl olan halk olarak bizim bölünmeyi kabul etmememizdir. Biz bölünmeyi  kabul etmezsek bizi kimse bölemez.

         Eyalet sistemi eğer bölünme getirseydi, Osmanlı’nın  30 a yakın eyaleti, asırlarca birlikte yaşayamazdı. Federalizm bölünmeye sebep olsaydı, Avrupa da ki federal devletlerin hepsi parçalanırdı. Oysa aksi oluyor.

         Halkın oyu ile iktidar umudunu yitirenler; bölünme fobisi oluşturup arkasına sığınacaklarına, bizde CHP gibi düşünüyoruz. “Bu vesayet sisteminin devamını istiyoruz.” Deme cesaretini göstermelidirler. Yoksa, geçmişte parti büyüklerinizin söylediği sözlerini getirip önünüze koyarlar. Sizde topu taca atmak için uğraşır durursunuz.

         Selamlarımla…


Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)
  • ömer özcan

    ömer özcan

    16.10.2011 23:23

    Hülya Hanım ! Yüzyüze iletişimin ne kadar çok etkili olduğunu geçtiğimiz hafta üç gün bounca Evliliğe 1 kala projesinde yaşadım. Katılımın az olması önemli değil az olan katılımcıların bir şeyler kazanabilmesi önemli. Şahsen o üç gün benim hayatımda çok ayrıcalığı olan günlerdi. Teşekkürler. Görevinizde sonsuz başarılar özel hayatınızda sağlıklı ve mutlu günler dilerim. Ömer ÖZCAN Okçular Köyü İslamlar Mah. Camii İmam-Hatibi BOLU

Yazarlar

Haber İhbar