WhatsApp Hattı
WhatsApp Haber İhbar Hattı

05304670437

Mobil Uygulamalarımızı Hemen İndir

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız

Vehbi Camgöz

Vehbi Camgöz
Vehbi Camgöz
Tüm Yazıları
MİLLET OLMADA DİN BAĞININ ÖNEMİ
21.04.2013

       Kürt meselesinin çözümünün tartışıldığı şu günlerde herkes kafasına göre millet tarifi yapıyor. Koca, koca profesörler ( Yahudi sosyolog Emile Durkheim etkisi ile)milleti sadece kan bağı ile tarif etmeye kalkarak halkın zihnini bulandırıyorlar. Yaptıkları tarifin ırkçı bir tarif olduğunu bilmelerine rağmen bunun böyle olmadığını anlatmak için de kırk dereden su getirme abesliğine sergiliyorlar.

        Her zaman söylediğimiz gibi millet kelimesi, Kuran-i bir kavramdır.  Yüce kitabımız millet olmanın temel şartını, hakveya batıl ortak inancı paylaşmaya bağlamıştır. “İslam tek millettir, küfür tek millettir.” Buna dair hem Kuran da hem de efendimizin hadislerinde birçok hüküm vardır. Geçen yüzyılın başlarında Avrupa da ki millet anlayışı da dine dayanan, haçlımillet anlayışı idi.

        Onun içinde Lozan da bu anlayışın hâkim olduğu anlaşmalar imzalandı. Ülkemizde yaşayan Müslüman unsurların hepsi bir millet olarak kabul edildi. Avrupa ırklara dayalı millet anlayışı ile birbirleri ile iki büyük savaş yaşadılar, milyonlarca insan öldürdüler. Sonunda AB adı ile Hıristiyan birliği kurmakta çareyi buldular. Hem din birliklerinin hem de ırklarını korumanın yolunu yeniden keşfettiler.

        Bu söylediklerimiz teorik ve hayalî yaklaşım değildir. Yaşanmış hayatlarda ve tarihte örnekleri vardır. Hepimizin en azından kulağına çalındığı gibi, Müslüman olmayan Türkler zaman içinde Türklüklerini de kaybetmişlerdir. Kurtuluş savaşı sonrasında Lozan antlaşması gereğince ülkemizden Müslüman olmayanlar, balkanlardan da Hıristiyan olmayanlar mübadeleye tabi tutulmuşlardır. Bu mübadele sırasında Karaman bölgesinde yaşayan Karaman Türkleri Hıristiyan oldukları için, özbeöz Türk olmalarına rağmen Yunanistan’a göç etmeyi ülkemizde yaşamaya tercih etmişlerdir. Üstelikte hiçbirisi tek kelime Rumca bilmemelerine rağmen dinlerini ırklarına tercih etmişlerdir.

        Çünkü onlar hem o günlerde hem de gelecekte, millet olmanın en önemli bağının din birliği olduğunu anlamışlardı.Tarihte birçok Türk boyundan gelen ama Müslüman olmadığı için Türklüğünü kaybeden, tarih sahnesinden silinen topluluklar vardır. Unutmayalım ki, Macarlar da Slavlarda Türk kökeninden gelmelerine rağmen Müslüman olmadıkları için kendi ırki geleneklerini ve köklerini de, dillerini de, muhafaza edememişler, asimile olarak neticede Türk olmaktan çıkmışlardır.

        Şimdi bizim akl-ı evveller, Gagavuzları misal vererek, bu tezin aksini savunmaya kalkabilirler. Ama unutmayalım ki, kala, kala bir avuç kalmışlar ve yok olma tehlikesini enselerinde hissetmektedirler. Bunun en büyük sebebi de, dini değerleri ayrı olduğu için kendi ırklarından olan diğer din mensupları ile evlenememekte, ayın dini paylaştıkları diğer ırklarla evlenen çocukları da azınlık kültür yerine, aynı dinin çoğunluk ırkına tabi olmakta ve gönüllü asimilasyona uğramaktadırlar. Gagavuzların başına da tamda bu gelmektedir. Şu tarihi gerçeği teslim etmeliyiz ki Müslüman çoğunluk içinde yaşayan azınlıklar hiçbir zaman asimile olmamışlardır. Aslında kendi ırklarını muhafaza etmenin ilacı da Müslüman toplum içinde yaşamalarıdır.

          Bütün bunları sıralamamın sebebi ülkemizde bin yıldan beri ortak coğrafyada yaşayan İslam milletinin alt kimlikleri olan ırk ve kavimlerin dinleri aynı olduğu için hem kendi ırki geleneklerini ( kurana aykırı olmayan) korumuşlar, hem de İslam milletinin ayrılmaz parçası olarak yaşamışlardı. Bu birlikte yaşama iradesi kurtuluş savaşında ve cumhuriyetin kuruluşu sırasında da kendini göstermiştir. Bunun içinde çok istemelerine rağmen batılılar Anadolu da yaşayan çeşitli ırklara mensup Müslüman milletimizi bölememişlerdir. Lozan da bu gerçeği kabul etmek zorunda kalmışlardır.

          Ancak Anadolu da yaşayan İslam milletinin ortak bağları yok edilmiş, daha önce sivil milliyetçilik varken iş devletin resmi milliyetçilik anlayışı ile şekillenmeye başlamıştır.   Osmanlı döneminde alt kimliklerden bir kimlik olan Türk etnisitesi değişmiş ortak devlette diğer kavimlerin varlığını yok sayıp, Türk etnisitesi devletin üst kimliği olarak ilan edilmiştir. Diğer ırklara da bunu kabul ettirilmek istenmiştir. Devletin imkânlarını sadece Türk dilinin, tarihinin, İslam öncesi Türk tarihinin araştırılması için kullanmıştır. Türk tarih kurumu, Türk dil kurumu, dil tarih coğrafya fakültesi hep devletin imkânları ile kurularak ortak yaşama arzusuna setler çekmeye başlamıştır. Bununla da kalmayıp Türkçe dışındaki dilleri yasaklamış, daha 1920lerden başlayarak “vatandaş Türkçe konuş” Türkiye Türklerindir” gibi sloganlar ile daha herkesin bildiği birçok slogan dağlara taşlara yazılmış, ufacık çocuklara her sabah Türkçülük adına ant içirilmiştir.

         “kişi kavmini sevmekle suçlanamaz” nebevi prensibi çiğnenmiş milleti millet yapan ortak din paydası yerine dinin ana kaynakları Türkçeleştirilerek ibadet hanelerde Türkçe ibadet çalışmaları yapılmış, minarelerde okunan ezan orijinal dilinden Türkçeye çevrilerek 17 sene okutulmuştur. Hatta bazı sözde aydınlar durumdan vazife çıkarıp kraldan daha kralcılığa soyunarak, İslam’ın terk edilip, “türkün milli dini” projeler geliştirip, kitaplar basılarak halkın sabrı ölçülmüştür. Anadolu Müslümanları buna razı olmayınca da bu saçma projelerden vazgeçilip, 1931 yılında yazılan “Türklerin milli dini” adlı kitap 1934 yılında bakanlar kurulu kararı ile yasaklatılmak durumunda kalınmıştır.

         İnsanların sosyal ve fikri hayatında kavramların doğru kullanılması çok önemlidir. Toplumda sıhhatli bir fikri gelişme için millet ve milliyetçilik kavramlarının da aslına uygun ve doğru kullanılması gerekmektedir. Aksi takdirde günümüzde olduğu gibi milleti ırk anlamında kullanmak durumunda kalırve milletin aynı ırktan gelmeyen unsurlarını bölmüş oluruz.

        Şimdilerde resmi milliyetçilerin(ulusalcılar) bölünüyoruz diye yırtınmalarına bakmayın, milliyetçiliğimizin gerçek millet kavramına dayandığı dönemlerde hiç bölünmedik. Ne zamanki devlet, milliyetçiliği resmi tekeline aldı, o zaman sıkıntı başladı. 1940larda sivil, devlet tekelinde olmayan milliyetçiliği savunanları da tabutluklara tıktı. Çünkü onların milliyetçiliğinde İslam vardı, cihan hâkimiyeti mefkûresi vardı. Bu da Türklerin olduğu kadar diğer Müslüman unsurlarında temel gayesiydi.

        Dün sivil milliyetçiliği savunan ve bu uğurda canını veren nesillerin fikri devamı olduğunu söyleyenler. Son senelerde devletin resmi milliyetçiliğini benimseyerek rejim bekçisi haline geldiler. Devlet güdümündeki milliyetçiliği savunuyorlar. Bu yüzden de barış sürecine karşı çıkıyorlar. Sanki şehit olanlar ve ölenler bizim insanımız değilmiş gibi…

      Selamlarımla….

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber İhbar