WhatsApp Hattı
WhatsApp Haber İhbar Hattı

05304670437

Mobil Uygulamalarımızı Hemen İndir

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız

Vehbi Camgöz

Vehbi Camgöz
Vehbi Camgöz
Tüm Yazıları
BENDE BARIŞ İSTİYORUM AMA………!?
29.04.2013

 

           Bugünlerde en çok kulağımıza çalınan cümle bu. Kime sorsanız aynı lafı söylüyor. Fakat arkasından hemen yapıştırıyor. “ama bebek katili ile görüşülmez.” Veya “bölünme getirecek bir barışa rıza göstermeyiz.” Veya “barışın karşılığında terör örgütüne ne taviz veriliyor?” yahut “neticesi bölünme olacaksa hiç barış olmasın daha iyi” bu ve benzeri amalı, fakatlı bir sürü lakırdı ediliyor.

 

         Biz aslında amalı ve fakatlı konuşmalara çok alışkınız. Bu alışkanlığımızın da daha ziyade 1982 yılından sonra su yüzüne çıktığı kanaatindeyim. Çünkü 1982 yılında anayasa diye önümüze konan, kışla nizamnamesini andıran anayasanın dili de böyle. Her türlü hak ve özgürlüğü tarif eder, iş bunların kullanılmasına gelince ama diye başlayan öyle bir cümle kurar ki, o hak ve özgürlüğü rüyanızda bile görmeniz imkânsız hale gelir.

 

        Mesela örgütlenme, sendikalaşma, siyaset yapma, siyasi parti kurma, din ve ibadet özgürlüğü, gibi hakların zikredilmesinden hemen sonra, hepsinin aması arkasından gelir. Benim en garibime giden de; “ egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” dedikten sonra,bu egemenliğin kullanılmasını milletin temsilcilerine bırakılmayıp,egemenliğin başında atanmışların bulunduğu kurullar ve kurumlar eliyle kullanılacağının yazılmasıdır. Bir taraftan hiçbir kayıt ve şart olmaksızın egemenliğin milletin olduğunu söyleyip, diğer taraftan bunu halkın seçtiği temsilcileri eliyle değil, atanmış kişilerin başında olduğu kurum ve kurullara verilmesi ne yaman çelişkidir? Buna dünde, bugünde akıl erdiremedim.

 

       Bu anayasanın kabul edildiği günlerde, bazı aklı eren hukukçular bu anayasaya, “amayasa “ ismi vermişlerdi. Aslında daha da trajikomik yanı ise %92 oranında bu anayasaya kabul oyu veren necip milletimiz ise, daha sonra yaptığının hata olduğunu anlayınca başladılar amaları fakatları sıralamaya. Aslında bu anayasaya kabul oyu vermek istememişler ama oy zarfları şeffaf olduğu için askerden korkmuşlar onun için oy vermişler. Bazıları dabu anayasayı beğenmemişler ama bu anayasa kabul edilmezse askerin idareyi sivillere devretmesi gecikir diye oy vermişler! Çoğu da zaten kabul oyu vermemiş!!

 

      Bizler millet olarak aslında yaptığımız yanlışı hiç kabul etmeye yanaşmıyoruz. Bu anayasayı yapanlar bizim milletimizin fertleri değil miydi? Bizim milletimiz amalı, fakatlı konuşmayı sevmez mi? Sever, hem de çok sever. Ben hayatım boyunca bu amaları çok dinledim. Birisine dinle ilgili hoşuna gitmeyen, işine gelmeyen bir kuralı anlatınca hemen kendisinin ne kadar inançlı bir Müslüman olduğunu, dedesinin hacı-hoca olduğunu ama kendisinin asrın gereklerine uyduğunu söyleyip ipe un sererler.

 

       Son elli senedir, devletin Müslüman kadınların başörtüsüne açtığı savaşta cengâverlik yapıp bu yasağı hararetle savunup uygulayan siyasetçiler ile kamu görevlileri sıkışınca annesinin, babaannesinin, anneannesinin, halasının, teyzesinin de başını örttüğünü, ama bugün başörtüsü takanların böyle olmadığını söyleyerek yasağı meşrulaştırırlardı. Hatta halende bu masalı anlatmaya devam ediyorlar.

 

      Bunun son örneğini sürdürülen barış süreci konusunda da çokça duymaya başladık. Barış yapmaya çalışan kesimlerin önüne her türlü engeller çıkaranlar lafa başlarken “bende barışı istiyorum, kim istemez ki?” deyip arkasından bir sürü ipe-sapa gelmez hakaret ve laf sıralar oldular. Bazıları bu süreci yürütenleri vatan hainliği ile suçlarken bile “bizde anaların gözyaşı dinsin isteriz” ilavesini yapar. Bazıları, bizde barış istiyoruz, ama başbakan sultan olacak” der. Bazıları ise daha da gülünç duruma düşüp, yaşına başına bakmadan “anayasadan Türk milleti kavramı çıkarsa bende silahı elime alıp dağa çıkarım” dedikten sonra hükümete ve başbakana methiyeler düzmekten hayâ etmiyor.

 

      Hâlbuki bu amalara fakatlara hiç gerek kalmadan söyleyeceğimizi mertçe söyleyip, söylediklerimizin arkasında dursak yeni tabiri ile daha etik davranmış olmaz mıyız?

 

      Çıkıp mertçe, “arkadaş ben silahlar sussun istemiyorum. Eğer silahlar susarsa, milletin refahı artar, refaha ulaşan toplum okuyup yazar, düşünür, kolayca sömürülemez ve bu sömürü sistemi yıkılır. Askere giden çocuklar şehit olamaz, benim çocuğum askere gidip şehit olmayacağına göre akan kan beni ilgilendirmez. Benim savunduğum bu düzenin devamı için kan ve gözyaşı gerekiyor.Benim için en kutsal şey insan hayatı değil, kutsal devlet ve bölünmemiş topraktır. Gerisi beni ilgilendirmez deseler daha çok inandırıcı olurlar. Gerisi laf-ı güzaftır.

 

       Millet artık bıktı, her gün can kaybı vermekten yüreklerde yanacak zerre kalmadı. İsteseler de, istemeseler de kan ve gözyaşı bitecek. Bu isteğin önünde ne terör örgütü nede derin devlet direnemez. İçinde yaşayan insan kalmadıktan sonra vatan veya toprak bölünse ne yazar, bölünmese ne yazar? Koskoca kurtuluş savaşında 4 senede 9163 şehit verdik son 30 senede on bini şehit 40.000 den fazla insan öldü. İnsan hayatını değil devleti ve sistemi kutsal sayan anlayışı artık terk etme zamanı geldi. Halk inisiyatifi ele aldı. Bu meseleyi kendi inancı istikametinde ortak bağlarımıza sahip çıkarak çözecek.  

 

      Selamlarımla….

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber İhbar