WhatsApp Hattı
WhatsApp Haber İhbar Hattı

05304670437

Mobil Uygulamalarımızı Hemen İndir

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız

Ziya Alp

Ziya Alp
Ziya Alp
Tüm Yazıları
EKONOMİNİN 11 EYLÜL’Ü
13.08.2011

 

Tarihte şu ana kadar görülmemiş bir olayla karşı karşıyayız. Amerikan tarihinde ilk kez S&P adlı derecelendirme kuruluşu bütçe açıkları sebebiyle Birleşik Devletlerin kredi notunu “AAA”’dan “AA+”ya düşürdü. Aslında bu çok büyük bir olay. O kadar ki, muhtemel eleştirilerden korunmak ve konunun sıcaklığının geçmesini sağlamak için zaman kazanmak isteyen Obama kriz gününü takip eden hafta sonunu Camp David’ deki çiftlikte geçirdi. Döndükten sonra ise hamasi nutuklarla durumu kurtarmaya çalıştı. Mealen şöyle dedi: Bizim için ABD’nin notu her zaman “AAA” dır. Adeta “biz zaten gönüllerin şampiyonuyuz” diyen züğürt tesellisi gibi.

Meseleye Avrupa açısından bakacak olursak; onlar da krizin soğuk soluklarını enselerinde hissediyorlar. Bu solukların zaman içinde şiddetli bir fırtınaya dönüşme ihtimali çok büyük. Yaşadıkları bu kriz zaafları da ortaya çıkarmaya başladı. Örneğin AB’nde bir tane merkez bankası olmasına rağmen üye ülkelerin uyguladığı birbirinden farklı çok sayıda ekonomi politikası mevcut. Böyle bir yapı da birliğin sıhhatinden bahsetmek çok zor. Zira tek para sisteminin uygulanabilmesi için bütçe politikalarının birbiriyle uyumlu olması lazım… Halbuki bütçe açıklarının neredeyse kaide haline geldiği ülkelerin tek para sistemini uygulaması neredeyse imkânsız gibi. Bu açıkları aslında gelecekten alınan borç olarak kabul etmeli. Bu borçları gelecek nesiller ödeyecek; tükettikleri kamu hizmetinin çok daha fazlasını vergi olarak ödeyerek.. Bu tablodan anlaşılıyor ki Avrupa Birliğinin geleceği pek parlak değil; uzun vadede kriz derinleşebilir ve Avrupa Birliği dağılabilir. Örneğin % 16 faizle borçlanan Yunanistan’ın belini doğrultması çok zor. Avrupa’nın şımarık ve tembel çocukları yıllarca ürettiklerinden fazlasını harcadılar; ve AB’ne yük olmaktan başka bir faydaları olmadı. Tarihin cilvesine bakın ki; Yunanistan Osmanlı İmparatorluğundan koparak dağılma sürecini başlatan bir fonksiyon icra etmişti. Bu son kriz de tıpkı geçmişte olduğu gibi yeni bir dağılmanın kapısını aralayabilir.

Diğer yandan ülkemizin başı da cari açıkla dertte. Son günlerde TL değer kaybediyor. Her ne kadar dolar rezervimiz fazla ise de altın rezervimizin o kadar sağlam olmadığı kesin. Özellikle kısa ve orta vadede dikkatli olmakta fayda var.

Elbette ki bu sürecin çok önemli etkileri olacaktır. Dünya yeni bir düzene doğru ilerlerken; kağıtlar yeniden karılmakta ve oyun yeniden kurulmaktadır. Eski düzenin mağdurları yeni oyunda en uygun pozisyonu almak zorunda. İki ihtimal var: Ya eski düzenin sahipleri tarafından kandırılarak figüran olmayı kabul edecekler; ya da onların bu blöflerine prim vermeyerek adaletli bir düzen için oyuna müdahil olacaklar.

Bazı ekonomistler bu durumun kapitalizmin bir krizi olduğunu ve aşılacağını; sistemin krizler üzerinden kendini yeniden ürettiğini ve daha güçlü bir şekilde hükmünü icra ettiğini söylüyorlar. Ancak denizin sonu görünüyor gibi…. Batı toplumu her şeyden önce düşünsel bir krizin içinde. Salt parasal zenginlik sorunları çözmüyor aksine yeni sorunların tohumlarını atıyor. Ekonomik analizler yapacak değilim. Zaten bu analizleri her gün onlarca uzman ve gazeteci yapmakta. Ben daha ziyade yukardan ve bütüncül bir perspektifle resmin bütününü analiz etmek istiyorum.

İkiz kulelerin çöküşünden sonra (11 eylül) ikinci büyük kırılma noktası oldu bu kriz. Artık çan eğrisinin ucu aşağıya doğru sarkmaya başladı.. Güneş öğle vaktinin yakıcılığından ikindi vaktinin serinliğine doğru düşmeye başladı. Geriye dönüş olamaz; eğer güneş batıdan doğmazsa (!) Elbette ki büyük transatlantikler hemen batmazlar; batışları bile uzun bir süre alır. Amerika bir sandal değil ki hemen batsın; çok büyük bir transatlantik. Tabi batmak derken; süper güç olma vasfının yitirilmesi olarak anlamak lazım bunu. Yoksa tamamen yok olmak şeklinde değil… Belki de şu an ki yapısından tamamen farklı; yepyeni bir ülke….

Özellikle dindar çevrelerde, Amerika’nın zaman içinde tedrici olarak gerileyeceği ve süper güç olma vasfını kaybedeceği dilden dile dolaşan bir “efsane” gibi anlatılırdı. Bu bazılarımıza, özellikle büyük resmin tamamını görmekte zorlananlara pek gerçekçi gelmezdi. Halbuki biraz tarih okuyanlar geçmişin mezarlıklarının en az birleşik devletler kadar büyük imparatorluklarla dolu olduğunu görürler: Roma, Osmanlı, Emevi-Abbasi v.s… ve tabi Allahın Kitabını tefekkür edenler “Karun Kıssası”nı okuduklarında büyük resmin tamamını görme imkânı bulurlar. Hiçbir saltanatın sürekli olmadığını; zulümle âbâd olanın sonunun berbâd olacağını; rüzgâr ekenin fırtına biçeceğini; bütün bu atasözlerinin boş bir hikâye olmadığını akıl ve iz’an sahipleri elbette çok iyi bilirler. Lâkin her şeyin bir vakti vardır; o vakit gelmeden hesap tahakkuk etmez.. Arapların güzel bir sözü var; Men Dakka dukka : Eden bulur, diye. Evet artık hesap kesim tarihi yaklaştı ödeme günü geldi çattı. Bugüne kadar özellikle mazlum milletler hep bedel ödediler. Cahilliklerinin, tembelliklerinin, birbirlerine düşmenin bedelini…  Ama bundan sonra artık mağrur milletler zulümlerinin, haksızlıklarının ve güçlerini despotça kullanmanın bedelini ödeyecekler, ödemeliler…

Öyle anlaşılıyor ki, Amerika belli bir zaman sürecinde aşama aşama tedrici olarak gerileyerek, süper güç olmak vasfını kaybedecek. Tıpkı grostonluk transatlantiklerin yavaş yavaş batması gibi o da tarihin sularına gömülmeye başlayacak. Öncü buzullar şimdiden gemiyi sarsmaya başladı bile. Daha büyük ve sivri olanları ise gövdeyi delecek ve içeriye su dolmaya başlayacak. Artık oluş nehrinin yönünü değiştirmeye imkân yok; olacak olan olur! Esasen son dönemde yaşanan çılgınlıklar (Afganistan ve Irak işgalleri) tarihin yönünü değiştirmeye dönük hamlelerdi. Kan, gözyaşı ve nefret doğurmaktan başka bir işe yaramadı.

Tarih ana hatları itibariyle aynen olmasa da misliyle tekerrürden ibarettir. Yani hadiseler her ne kadar aynıyla gerçekleşmese bile; ana hatları itibariyle birbirinin benzeridirler. Zaman, şartlar ve kişiler farklıdır…. Oluş gerçeği ise aynı… oluşun kurallarını yaratan Zat; kanunlarında bir değişikliğin olmayacağına hükmetmiştir. Bu açıdan bakacak olursak O’nun kanunlarından birisini son peygamber şu şekilde ifade etmiştir: Yükselen her şey alçalır ! Evet çok net ve kesin. Bunu kimse değiştiremez.

Büyük güç büyük sorumluluk gerektirir. ABD ve AB’nin ise bu sorumluluklarını hakkıyla yerine getirdiklerini söylememiz çok güç. Balzac derki: Her büyük servet içinde büyük suçlar barındırır. Bu sözün ABD ve AB için geçerli olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Devşirdikleri güç ve serveti kan ve gözyaşı üzerine kurup; sömürü düzeniyle devam ettiren; ve en sonunda kendisinden olmayanları yok etmek için savaş açan bir düzenin baştan sona suça battığını görmemek mümkün değil.. Ama bu gerçeği görmek için merak etmek lâzım. Merak sahibi bir insan aslında çok büyük bir lûtfa erişmiş demektir. Zira gerçeğe ulaşabilmenin ilk tetikleyicisi merak etmektir. Merak eden insan sorgular ve gerçeği arar; ve arayan aradığını bulur ! Ünlü Fransız cerrah ve fizyolog Carrel’in dediği gibi; “Merak tabiatımızın bir gereğidir, hiçbir kurala uymayan kör bir etki bir iç itiştir. Zihnimiz dış dünyaya ait şeyler etrafında ve kendi içimizin derinliğinde süzülür, tıpkı kapandığı yerin en küçük ayrıntısını hünerli bacaklarıyla eşeleyip araştıran bir farecik gibi, muhakemesiz ve karşı konulmaz bir şekilde bir çıkış yeri arar. Bize evreni keşfettiren işte bu araştırıcı ruhtur. Bu merak bizi karşı koyamayacağımız bir tarzda peşine takar, meçhul yollara götürür. Ve; aşılmaz dağlar, rüzgardan dağılan duman gibi onun önünde kaybolur.”

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber İhbar