
05304670437
Ziya Alp
“Kader” ifadesini geleceği vurgulamak için kullandığımı söylemeliyim. Bu anlamda Türkiye’nin gelecek günlerde yürüyeceği veya yürümesi gerekli olan yolun uzun ve tehlikeli bir yol olduğunu kabul etmeliyiz. Bu yolu güvenlik içinde yürüyebilmek için kervanın kendi kontrolümüzde olması lâzım. Zira geçmiş yıllarda kervanın içine uluslar arası güç odaklarıyla ilişkili hücrelerin nasıl sızdığını hep beraber gördük.
Zira, küresel güç merkezlerinin devlet kurumları içinde, doğrudan etkili ve manipüle edici bir kabiliyetinin olduğu, 88 yıllık Cumhuriyet tarihimiz boyunca yaşanan birçok hadiseler ışığında somut olarak anlaşılmıştır. Özellikle yaşadığımız askeri darbeleri bu açıdan değerlendirebiliriz.
Bu güç merkezleri kendi ajanları olan odakları bürokrasinin stratejik noktalarına yerleştirir; yeri ve zamanı geldiğinde ise kendi çıkarları doğrultusunda kullanırlar. Bunlar bazen bir diplomat veya bürokrat bazen de bir asker ya da gazeteci olabilir. Hayatın bütün ünitelerinde etkindirler; ilk bakışta onları fark etmek imkânsız gibidir. Ancak çok esaslı bir incelemenin ve ferasetin sonucunda bilinebilirler belki…Bunun için özellikle dikkat etmek lazım.. Zira bu unsurlar çoğu zaman askeri darbelerin zeminini hazırlayan ve kara propaganda yaparak gerçekleri çarpıtan bir görev ifa etmişlerdir.. Siyasal tarihimiz bu gerçeği gözümüze sokan hadiselerle doludur. Özellikle askeri darbelerden önce yaşanan bir takım olaylar bu tür provakatif etkinliklerin sonucudur. Evet, halkın seçtiği iktidarı alaşağı eden askeri yönetimlerin önünü açan olayların arkasında hep aynı adreslerin parmak izini bulmak mümkündür.
Örneğin 1980 askeri müdahalesiyle ilgili olarak, CIA İstasyon Şefi Paul Henze’nin, Damdaki Kemancı Operası’nı izleyen Jimmy Carter’a “Our boys have done it” (Bizim çoçuklar işi bitirdi veya yaptı) şeklinde mesaj göndermesine ilişkin haber, medyada geniş çapta yer almıştı.
Bu askeri müdahale sonrasında kurulan ekonomik düzen ve bu düzeni kuranlar, bu müdahalenin gerisinde bulunanlarında kimliğini zaten ele vermektedir diye düşünüyorum. Egemen ekonomik düzen krizler üzerinden hakimiyetini kabul ettirmekte ve hatta kendi lehine değişimleri/dönüşümleri, “kriz”leri adeta bir manivela gibi kullanarak gerçekleştirmektedir. Bunu şuna da benzetebiliriz: Eğer siz bir gözlük üreticisiyseniz ve tek amacınız kârınızı arttırmaksa ve bunun dışında herhangi bir toplumsal sorumluluğunuz ve ahlâki ölçütünüz yoksa, önce insanların gözlerinin bozulması için yüksek dereceli ısı ve ışığın açığa çıkmasına sebep olacak bir patlama kurgularsınız. Bunun sonucunda insanların görme fonksiyonları zarar görür ve sizin ürettiğiniz gözlüklere muhtaç olurlar. Egemen ekonomik düzen, kabaca böyle işlemektedir.
27 Mayıs 1960 darbesinde de küresel aktörlerin müdahil olduğuna dair çok sayıda delil birçok kişi tarafından ortaya konmuştur. CIA birimlerinin 59-60 yıllarında bu darbenin gerçekleşmesi için bizzat faaliyet gösterdiği, bu yıllarda eşi Nilüfer Yalçın’la beraber Amerika’da bulunan SBF profesörü Aydın Yalçın’ın hatıratlarında da yer almıştır.
Zaten, bu darbe sonrasında radyodan bildiri sunan Alparslan Türkeş de, yaptığı duyuruda NATO’ya ve CENTO’ya bağlı olduklarını ifade etmiştir. CENTO, yani Türkiye, Pakistan ve ABD arasında, bölgesel enerji hatlarını korumaya yönelik bir uluslar arası örgüt olan CENTO’ya bağlılık ifade ediliyor.
Bu durum da göstermektedir ki, Türkiye gibi önemli bir ülke’de darbe yapılabilmesi için Birleşik Devletlerin ya bizzat işin içinde bulunarak destek vermesi, ya da yapılacak bir darbeye izin vermesi gerekir. Bunun için de bu uluslar arası aktörlerin gerektiğinde bürokrasi içinde doğrudan etkili ve manipüle edici bir kabiliyete sahip olmaları gerekir. Siyasal iktidarların, kamu bürokrasisi üzerindeki etkilerinin azaltılması bu açıdan büyük önem taşımaktadır. Zaten uluslar arası aktörlerin yapmak istedikleri tam da bu olmaktadır.
Yani şunu demek istiyorum: Sadece kendi sınırlarımızın dışını temizlememiz yetmez; bununla beraber hatta daha öncelikli olarak kendi bünyemizi zararlı unsurlardan temizlemeliyiz. Zira kendi iç bünyesine, benliğine hâkim olamayan bir gücün dış dünyada ayakta kalabilmesi mümkün değildir. Maalesef ülke olarak bizim bünyemiz çok sağlıklı bir bünye olmayıp; kanser hücreleri bütün organları sarmış bulunmaktadır. Öncelikle bu habis hücrelerin çoğalmasını önleyecek sonra da tamamen yok edecek bir tedavinin ve arınmanın gerçekleştirilmesi zorunludur.
Eğer siz kendi kaderinize yön veremezseniz elbette başkaları sizin kaderinize yön verecektir. Kendi senaryosu olmayanlar başkalarının senaryolarında figüran olmaktan kurtulamazlar. Bu anlamda yeniden kurulmakta olan dünya düzenine müdahil olmak mecburiyetinde olup; olan bitene seyirci kalamayız. Aksi takdirde başkalarının senaryolarında figüran olmaktan kurtulamaz; ve sadece şerefimizi değil, kendi varlığımızı da tehlikeye atmış oluruz.
Bu anlamda, küreselleşen ve küçük bir mahalleyi andıran dünyamızda, tüm dünyayı ilgilendiren genel, yapısal ve konjonktürel dönüşümlerden etkilenmemek mümkün değildir; tıpkı şiddetli bir şekilde aşağıya doğru akan bir ırmağı tersine çevirmenin mümkün olmaması gibi. Ya bu dönüşümü kendi hesabımıza en az zararla ve en fazla faydayla değerlendireceğiz, ya da yaşadığı çevrede meydana gelen her türlü değişime karşı kendi kabuğuna çekilen bir kaplumbağa misali kendimizi dış dünyaya kapatarak bu şekilde hayatta kalmaya çalışacağız. Tarihi geçmişimiz ve yaşadığımız coğrafya dikkate alındığında ikinci şık mümkün olmadığına göre, yapılması gereken; tarihi köklerimizden güç olarak, değişim trendini kendi lehimize etkilemeye ve yönlendirmeye çalışmaktır.
Liberal Demokrasi adı verilen siyasi ve ekonomik düzen dünyada en azından şimdilik hızlı bir şekilde yayılma meyli gösteriyor. Özellikle, basın yayın organlarında “arap baharı” diye adlandırılan ve son dönemde Tunus, Mısır, Yemen ve son olarak da Suriye’de meydana gelen halk hareketlerini bu düzlemde ele almak mümkündür. İletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla dünyanın her yeriyle temasa geçebilen insanların, kendi yaşadıkları “dünya”yı ve o dünyanın şartlarını sorgulamaları, küreselleşme dediğimiz sürecin bir yansımasıdır.
Her ne kadar küresel güçler bu süreci kendi hesaplarına değerlendirmek istiyorlarsa da, küreselleşme denilen olgu bizatihi hiçbir gücün tek başına kontrol edebileceği bir süreç değildir. Küreselleşme bütün siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel yapıları etkileme gücü ve kapasitesine sahiptir. Bu itibarla bu süreci kendi hesaplarına etkin ve verimli olarak değerlendirenler, global sistem dediğimiz büyük ve derin yapıyı kontrol edeceklerdir. Esasen Ortadoğu bağlamında yaşanan son gelişmeler bu durumun açık bir işaretidir.
Bu anlamda, küresel sermayenin asıl amacı sınırları tamamen ortadan kaldırmak değil kendi iradesi istikametinde kontrol altına almaktır. Bu nedenle, sürece karşı direnç gösteren milli devletlerin sınırları küresel güçler tarafından yeniden çizilebilir. Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeleri bu çerçeveden değerlendirdiğimizde pazılın parçalarının yerli yerine oturduğunu görüyoruz. Zira Amerika Birleşik Devletleri eski Dışişleri Bakanı Rice, Ortadoğu’daki bir çok devletin sınırlarının yeniden belirlenmesi gerektiğini çok önceden açık bir şekilde ifade etmişti.
Son günlerde yaşanan hadiseler ilk bakışta özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için bir tehdit olarak algılanabilir. Bununla beraber her sorun bir fırsattır. Daha doğrusu her tehdit bir fırsata dönüştürülebilir. Burada fırsat’ın boyutunu, Toynbee’nin, bir medeniyetin düzeyini, dış dünya’dan gelen meydan okumalara verdiği yanıt belirler ifadesinde bulabiliriz. Figüran olmaktan kurtulup aktör olmak isteniyorsa bedel ödemek kaçınılmazdır. Bunun için uygun şartları kollamak ve güç trendlerini doğru analiz etmek suretiyle küresel aktörleri boşa çıkarmak, tek çıkış yolu gibi gözükmektedir.
Bu itibarla; tarihin ve coğrafyanın, bu coğrafya ve tarihin sahiplerine büyük bir sorumluluk yüklediği aşikâr… Anadolu’ya geliş tesadüfi bir geliş olarak değerlendirilemez. Selçuklu ve Osmanlı, kendi üzerlerine düşen misyonu hakkıyla yerine getirdi… Yaşadıkları çağa kendi damgalarını vurdular.. ve şimdi, Türkiye’nin önünde yeni bir zaman boyutu açılıyor; zaman ve mekân bu devlete yeni bir rol biçiyor… Zira bu zamanın ve coğrafyanın bir bedeli var; bunu ödemeyen bu zaman ve mekâna sahip olamaz. Türkiye’nin misyonu; bölgesinde ve tüm dünyada barış ve adaleti tesis ederek, kan ve gözyaşını dindirmek, olmalıdır… Bu noktada ülkemiz öncü rolünü üstlenmelidir; Batı’nın biçtiği rolü değil.
Bu Türkiye’nin kaderi !
Ya bunu gerçekleştirecek; ya da çekip gidecek !
Yazarlar
-
Emre KetenMetal Değil Umut Üretiyoruz Yerli ve Milli Tıbbi cihazlar 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim AtalayBolu- Mengen’de Yaşayan 8.Yöresel Kültür- Giyim Şenliği 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Emin CandanSiyaset Artık Beyinde Kazanılıyor 20.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TÜRKANBOYKOTA BOYKOT LAZIM 6.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ali ÖzdemirKar tatili tembelliğe teşviktir 27.11.2024 Tüm Yazıları
-
Hasan LökKarabük Üniversitesi Üzerinden Ne Yapılmak İsteniyor? 19.04.2024 Tüm Yazıları
-
Hayreddin ÖzdenMedenileşme 12.03.2024 Tüm Yazıları
-
Mustafa Nuri Gürsoy“Hakikati kaybettik ve uzun sürdü bunaklığımız.” 31.12.2023 Tüm Yazıları
-
Özcan ÖzdemirMAÇ “O AN “ BİTTİ… 4.12.2023 Tüm Yazıları
-
Kemal Hilmi ÇelebiYKS 2023 ÜNİVERSİTE TERCİHLERİ HAKKINDA ÖNEMLİ BİLGİLER. 22.07.2023 Tüm Yazıları
-
Vehbi CamgözBU SEÇİMDE NEYİ OYLAYACAĞIZ !!!? 24.03.2023 Tüm Yazıları
-
Tahsin ÖtgüçİSLAMIN ENGELLİYE BAKIŞI 28.11.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa Cop“BOLU” MERKEZ “GÖL HAMİDİYE”DE ”KÖY YAŞAM MERKEZİ”AÇILIŞ TÖRENİNDEN... 21.09.2022 Tüm Yazıları
-
Ömer MadenBİR KEDİM BİLE VAR ANLIYOR MUSUN? (2) 5.08.2022 Tüm Yazıları
-
Fatih PekerMAVİ KELEBEK HİKAYESİ 14.07.2022 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
4.06.2014
22.05.2014
7.08.2013
28.03.2013
19.02.2013
6.02.2013
23.01.2013
8.01.2013
3.12.2012
18.11.2012