WhatsApp Hattı
WhatsApp Haber İhbar Hattı

05304670437

Mobil Uygulamalarımızı Hemen İndir

IOS UygulamamızAndroid Uygulamamız

Ziya Alp

Ziya Alp
Ziya Alp
Tüm Yazıları
AZİZ YILDIRIM'IN GÜCÜ! (FENERBAHÇE VE PUT)!
12.12.2011

 

 

        Aslında her şey Almanya’da yürütülen bir soruşturma ile başladı. Bochum mahkemesinin bu yılın nisan ayında açıklanan kararına göre; Avrupa liglerinde oynanan birçok futbol maçı, şike ve benzeri usuller yoluyla manipüle edilerek milyon dolarlık paralar elde edildi.

 

      Hakkında mahkûmiyet kararı verilen kişiler arasında bazı Türkler de vardı; ve hatta manipüle edilen maçlardan bazıları (29 maç) Türkiye’de oynanan maçlardı. Bununla bağlantılı olarak Türkiye’de de bir soruşturma açılmasına karar verildi.

 

      Genç yaşında Giresunspor’a başkan olan Olgun Peker etrafında oluşan şüpheler sebebiyle,Emniyet Genel Müdürlüğü, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığınınyürüttüğü yaklaşık dokuz ay süren uzun soluklu bir teknik-takip süreci başlatıldı. Ancak bu süreçte Aziz Yıldırım ve bazı yöneticilerin bir takım ilişkileri ve faaliyetleri takibe takıldı ve bunun neticesinde, 3 Temmuz 2011 Pazar günü gözaltına alındılar. (ve diğer kişiler, futbolcular, teknik direktörler v.s.)

 

      Zaten ne olduysa bundan sonra oldu..

      Fenerbahçe kulübü bütün unsurlarıyla beraber ayaklandı…

      Müthiş bir lobi faaliyeti başladı her yerde…

      Medyada, mecliste, tribünde, sokakta….

 

     Öyle müthiş bir propaganda yapıldı ki, acaba hiçbir şey yok mu? Her şey komplo mu?noktasına geldi herkes, neredeyse.. Cezaevinde tutuklu milletvekilleri olan CHP ve MHP deuzun tutukluluk konusu bağlamında, bahse konu yasanın değiştirilmesi konusunda hükümete destek verdiler… Evet, uzun tutukluluk bir sorun olarak karşımızda. Ancak bu sorun daha büyük bir problemin doğurduğu bir sonuç aslında. Yani ağır yargılama süreci uzun tutukluluk gibi bir sonucu doğuruyor. Dolayısıyla esasen yargılama sürecini ağırlaştıran etkenleri ortadan kaldırmak gerekir. Böyle yapılırsa yargılama süreci hızlanacağından uzun tutukluluk süreleri de fiili olarak azalacaktır. Bunları yapmadan doğrudan tutukluluk sürelerini azaltmakzaten yavaş işleyen yargılama sürecinde daha büyük sorunlara yol açabilir. Yürütülmesindebüyük zorluklar yaşanan yargılama süreci daha da sağlıksız bir yapıya bürünüp, yavuz hırsızın ev sahibini bastırmasına müsait bir ortam oluşabilir..

 

      Neyse, biz tekrar asıl konumuza geri dönelim..

 

      Sonuç olarak; özellikle büyük kulüplerin talep ve destekleriyle çıkarılan 6250 sayılı şiddeti önleme yasası henüz hiç uygulanmadan meclis tarafından değiştirildi. Üstelik bu değişiklikler pek de tartışılmadan ve gündeme getirilmeden yapıldı. Ancak Sayın Cumhurbaşkanı yasayı veto ederek parlamentoya geri gönderdi. Buna rağmen meclisveto edilen yasanın noktasınavirgülüne bile dokunmadan aynen kabul etti.

 

      Halbuki Meclis ve aslında Hükümet, Sayın Cumhurbaşkanının vetosunu bir fırsat bilip, suç ve ceza açısından biraz daha dengeli ve orantılı yeni bir düzenleme ile işin ortasını bulsaydı, daha doğru olmaz mıydı? Böyle yapılsaydı; hem suç ve ceza dengesi daha adil ve doğru olarak kurulur, hem de gerek Hükümet’in kendi içinde gerekse de Hükümetle Cumhurbaşkanlığı arasında, gereksiz bir bölünmüşlük görüntüsü oluşmaz; böylece akıllara şüphe tohumları atılmaz, vicdanlar rahatsız olmazdı..

Yasanın değiştirilmesi gerektiğini düşünenlere göre, yasanın ilk hali suç ve ceza açısından orantısız düzenlemeler içeriyordu. Bununla birlikte yasanın son halinde, suç ve ceza dengesinin kurulduğunu söylememiz çok zor.. Örneğin, yeni düzenlemeye göre; bir maçta şike yapmakla on maçta şike yapmak aynı kefeye konuyor ve 1 ila 3 yıl arasında ceza iledüzenleniyor.

 

     Ayrıca bazı hukukçulara göre; bahse konu şike faaliyeti iddialarının yargılanması özel yetkili mahkemelerin kapsamından çıkarılarak, genel yetkili mahkemelere devrediliyor. Bu şu demek: Bundan sonra şikeye yönelik faaliyetlerin, emniyetin kaçakçılıkla ve organize suçlarla mücadele eden birimlerinin görev alanından çıkarılması ve bu faaliyetlere yönelik teknik takip yapılamaması durumu söz konusu. Yani teknik takiple elde edilen deliller yasa dışı kabul edilecek ve böylece şu anda açıklanan iddianamede yer alan bütün tapeler, ses ve görüntü kayıtları, telefon dinlemeleri ve benzeri deliller, bir anda, kağıt parçası”nadönüşüverecek!

 

     Mahkeme tarafından kabul edilen iddianameye ilişkin olarak yazılanlara ve söylenenlerebaktığımızda, durumun gerçekten “vahim” olduğunu görüyoruz. Tabi ki burada yüzlerce sayfalık iddiaları ele alacak değilim. Ama genel olarak baktığımızda ciddi delillerin mevcudiyeti göze çarpıyor..

 

    Ses ve görüntü kayıtları, telefon dinlemeleri, itiraflar, tutanaklav.s ….

 

    Tabi ki bütün delillerin doğru olup olmadığını bilemeyiz. Ancak mahkemeye sunulan delillerin üçte birinin dahi gerçek ve suça ilişkin olması, ortada önemli bir suçun var olduğunu göstermeye yeter zannediyorum..

Mahkeme karar vermeden kimse sanık konumunda olanlara suçlu diyemez.. Şu anda tutuklu olanlar içerisinde dahi, belki de herhangi bir suçu olmadığını ispatlayacak olanlar da vardır. Ancak bunca delile rağmen ortada hiçbir şeyin olmadığını söylemek de pek mümkün değil gibi.. Sanık durumunda olanları suçlu ilan edemeyeceğimiz gibi, aklamak gibi bir haddimiz de olmamalıdır. İki uçta da sınırı geçen söylemler ortalıkta uçuşuyor. Bu noktada aklı selim düşünmek ve itidalli davranmakta fayda var..

 

     Bununla birlikte, bütün delilleri “iddia yığını” olarak görmek deya çok saf, ya da “senin annen güzel mi?” sorusuna muhatap olacak kadar, pişkin, kurnaz ya da “ensesi kalın” olmayı gerektirir…

Buna rağmen bazıları görmezden geliyor, hafife alıyor, sulandırıyorlar

 

    Üç maymunu oynuyorlar…

 

    Ve hatta bazıları olayı dramatize etmek için kanal kanal dolaşarak “maymunluk” yapıyorlar…

 

    Marka değeri diyorlar.. sektör diyorlar.. yayın geliri diyorlar.. çoluk çocuğu var diyorlar..

 

     Peki şu soruya kim cevap verecek: Madem ortada suç unsuru hiçbir şey yok; o halde cezaların azaltılması ve iddia edilen suçların kovuşturulmasının, özel yetkili mahkemelerin kapsamından çıkarılması için gösterilen bu gayret ve telaş niye?

 

      Cezaların azaltılması konusuna gelince, Şamil Tayyar’ın ifadeleriyle; 02.03.2011 tarihinde çıkarılan ÖSYM teşkilat yasasına göre, kopya çekmenin cezası 1 ila 4 yıl arasında.. Şike suçu kopya çekme suçundan daha mı basit bir suç? Peki bu cezalar neden indirilmiyor?  Kopya çeken Aziz Yıldırım olmadığı için mi? Neden benzeri ağırlıktaki suçların cezaları da hafifletilmiyor?

 

      Mesela Aziz Yıldırım’ın yerinde Çemişgezek spor kulübünün başkanı ve yöneticileri olsaydı,ya da daha da ileri giderek söyleyeyim, Fenerbahçe kulübünün başkanlık koltuğunda Aziz Yıldırım yerine mesela, eski başkanlardan Metin Aşık otursaydı, bu kadar yaygara kopar mıydı? Yasa bu kadar çabuk ve bu haliyle değiştirilir miydi? İşte can alıcı soru bu ! ..ve bu sorunun cevabı aslında herkesçe malûm.. Demek ki herkes adalet önünde bir tarağın dişleri gibi eşit değil; bazıları daha eşit !

 

     Evet tüm bunlar gösteriyor ki; cezaların ağırlığı ya da hafifliği aslında ikincil bir öneme sahip. Asıl sorun bu değişikliklerin özel” vasfına haiz bazı kişilerin kişisel durumlarına dayalı olarak yapıldığı gerçeğinin, gözümüzün önünde durmasıdır.

 

     Bunları düşünürken İslam Peygamberinin bir sözü geldi aklıma… televizyon ekranının alt kenarından, veto edilen yasa meclisten aynen geçti altyazısı akarken…

 

     “Sizden öncekilerin helâk olmalarının sebebi şu idi: Seçkin biri suç işlediği zaman ona dokunmazlardı; güçsüzleri suç işlediği zaman ise, hemen cezalandırırlardı.”

 

      Tüm bu yaşananlar Fenerbahçe’nin (tabiki diğer futbol takımlarının ve futbolun) adeta bir “put” haline getirilmiş olduğunu gösteriyor. Fanatik olarak bilinen ve kendi stadyumlarını birmabed olarak tanımlayan taraftar psikolojisinin, sağlıklı bir psikoloji olduğunu kimse iddia edemez. Az ilişilince “Put”larına kıyameti kopardılar...

Şunu da söylemek gerekir ki; “Put” sadece İslam öncesinde Kâbe duvarları arasında bulunanLatMenat ve Uzza’dan ibaret değildir….

       Put, insanın, kendi menfaatiyle, tutkularıyla, hevesleriyle, hoşuna giden şeylerle; ahlakın, adaletin ve gerçeğin karşı karşıya gelerek çatıştığı bir anda; ahlakı, adaleti ve hakkı değil; menfaatini, şehvetini, tutkusunu ve alışkanlıklarını tercih etmesi demektir… ahlakın, adaletin, vicdanın ve gerçeğin yerine tercih ettiğiniz her ne ise, işte o sizin “put”unuzdur. Yani tuttuğunuz takımdır; takımınızın elde edeceği yayın geliridir; liginizin marka değeridir…şampiyonluk sevincinizdir…

 

     Ahlak, adalet, vicdan, erdem ve hukuk ise “Put”unuz için ayaklarınızın altına aldığınızhakikatin, ta kendisidir!

Evet, geleceğimizin kararmaması için; gücün hukukunu değil, hukukun gücünü egemen kılmamız ve hayatımızdaki bütün “put” ları kırmamız gerekiyor… Aksi takdirde askeri, sivil ve özelde de spor camiasında, özetle hayatın her alanında, gerçek bir temizliğinyapılabilmesinin mümkün olmadığı, kesin bir gerçek..

 

     Meselenin dikkati çekmek istediğim başka bir yönü daha var; ve bunun üzerinde bildiğim kadarıyla pek fazla durulmadı. Şöyle ki: Aziz Yıldırım, tutukluluk hali devam ederken, “eğerbildiklerimi açıklarsam yer yerinden oynar, herkes yanar mealinde bir takım kelamlar etti. Ama nedense kimse Aziz Yıldırım’ın ne demek istediğini ve kime mesaj verdiğini merak etmedi ve sorgulamadı… Ya da çok yüzeysel değerlendirmelerle, diğer takım yöneticilerine mesaj verildiği söylendi bir iki yerde.

 

     Acaba Aziz Yıldırım’ın bildiğini iddia ettiği ve açıklamakla birilerini tehdit ettiği, bu kadar önemli olan şey neydi ve yanacak olan bu birileri kim ya da kimlerdi?

 

      Aziz Yıldırım’ın sözlerinin ardından, bu ana kadar çok fazla bir hareketin yaşanmadığı meclis, nedense birden hareketlendi ve ardından çok kısa bir süre içinde yasa değiştirilerek mecliste kabul edildi. Üç parti bu konuda belki de ender bir şekilde ortak bir tavır aldı. Sayın Cumhurbaşkanı’nın vetosuna rağmen bu ısrarlarını sürdürdüler…

Tabi ki bu iradenin arkasında Sayın Başbakanın olduğunu görmemek mümkün değil…

 

     Ama neden?

 

     Kamu vicdanını rahatsız eden bu kadar vahim bir tabloya rağmen, neden?

 

    Bu durumu sadece, Sayın Başbakan’ın Fenerbahçeliliğiyle, lig maçlarını yayınlayan yayıncı kuruluşun ya da milyonlarca Fenerbahçeli taraftarın tepkisiyle izah etmek, yetersiz kalır zannediyorum  Zira, küresel bağlantıları olan tehlikeli ve derin yapılarla, çetelerle mücadele eden bir siyasal aktörün, saydığımız sebeplerden dolayı geri adım atması ve çekinmesi pek mantıklı gözükmüyor.

 

    Süreci aşama aşama takip ettiğimizde sanki pazılın parçaları yerli yerine oturuyor ve büyük resim ortaya çıkmaya başlıyor. Öyle ki; her bir aşamada görünen parmak izleri, bizleri failinkimliği ve fiilin vasfı konusunda bir yere götürüyor, bir fikir veriyor…

 

    Herkesin malumu meşhur Dolmabahçe görüşmesi Başbakan ile zamanın Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt arasında olmuştu. Her iki tarafta görüşmenin içeriğini deşifre etmedi kamuoyuna. Hatta bu görüşmede konuşulanların mezara kadar kendisinde saklı kalacağını söyledi Başbakan..

 

    Yaşar Büyükanıt sıkı bir Fenerbahçeli; aynı zamanda Aziz Yıldırım ile dostluklarının olduğu bilinen bir gerçek…

Biri Genel Kurmay Başkanı; diğeri Nato ihalelerinden büyük kazançlar sağlayan bir aileninmensubu ve Fenerbahçe spor kulübünün başkanı. Söylendiğine göre Nato ihaleleri diğer ihalelere göre bire dörtyüz daha kârlı.. Yani nato ihalelerini bırakın almayı, bu ihalelere girmek bile öyle her babayiğidin harcı değil yani..

 

     Şimdi yazının ilk bölümlerinde ifade ettiğimiz konuya tekrar gelelim. Aziz Yıldırım,bildiklerimi açıklarsam yer yerinden oynar diyor… herkes yanar diyor…. Bu sözlerin palavra olmadığını, veto sonrası geri gönderilen yasanın aynen geçmesinden anlıyoruz Evetbilginin esaslı bir güç olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Bilginin gücü; öneminden, gizliliğinden, etkisinden ve sağladığı imkânlardan ileri gelir.

 

     Aziz Yıldırım hangi bilgiye sahip ki; bu bilgi onu bu kadar güçlü kılıyor ?

 

     MİT’le ilişkileri olan, ailesi nato ihalelerine giren, asker-sivil güç odaklarıyla yakın ilişkileri olan biri herhalde mahallesindeki dedikodulardan bahsedecek değil… Büyük olasılıkla önemli ve gizli bilgilere sahip..

Öyle ki; soruşturma başlamadan evvel MİT İstanbul Bölge Başkanı olan kişi, Aziz Yıldırımı arıyor ve kendisi hakkında bir şeylerin döndüğünü söylüyor… Buna karşılık Aziz Yıldırım,bana bir şey olmaz, merak etme, diyerek karşılık veriyor..

Acaba bildiğini iddia ettiği şeyler, aktörlerinden birisi Yaşar Büyükanıt, diğeri de Sayın Başbakan olan Dolmabahçe görüşmesi’ne, ya da başka bir olaya mı ilişkin? Acaba bunu ima ederek Başbakan’a ve yakın çevresine mesaj mı vermek istiyordu…

 

     Geçmişte bir takım yolları açan(!) “Dolmabahçe Görüşmesi”, ya da başka bir bilgi veya olay; acaba şimdi, bumerang misali geri dönerek, çıkışı olmayan ve karanlık bir yolun kapısını mı açıyor… ? Bunlar cevabını kesin olarak verebileceğimiz sorular değil tabi ki… ama şüphe etmek için de haklı sebeplerin olduğu kesin.

Sonuç olarak, kamuoyunun gözünün içine baka baka; kişiye ve o kişinin yüzü suyu hürmetineolmak üzere birçok kişiye özel bir düzenlemenin yapıldığı çok açık…

 

     Sayın Başbakan’ın bildiği ama bizim bilmediğimiz bir sebepten dolayı mı, böyle bir yola girilmek zorunda kalındı? Bu sorunun cevabı hakkında mantıksal çıkarımlar yoluyla ancaktahmin yürütebiliriz..

Aziz Yıldırım, “Dolmabahçe Görüşmesine ilişkin olarakaçıklanması Başbakanın ve Yaşar Büyükanıt’ın hoşuna gitmeyecek bir şeyler mi biliyor ki; cezaevinde dahi tehditler savuruyorve benimle birlikte herkes yanar “! diyor..

“Herkes yanar” diye kastettiği kişiler diğer kulüp yada federasyon yöneticileri mi acaba ?Zannetmiyorum... Daha üst düzeyde askeri ve sivil bürokraside yer alan kişiler olabilir belki… Bu aşamada tekrar söyleyelim: Daha büyük güç odaklarının ve çetelerin tekerine çomak sokan bir Başbakan, ne diye bir takım kulüp yada federasyon yöneticilerinin başı derde girecek diye, ya da Fenerbahçe kitlesi yada yayıncı kuruluş tepki gösterecek diye, böylesine büyük ve çetrefilli bir siyasi riski göğüslesin ?

 

     Sayın Başbakanın, birkaç büyük kulüp ya da federasyon yöneticisinin kurtulması için, bu kadar büyük bir siyasi riski göze alabileceğini aklım almıyor… Çünkü bu değişikliğe olumlu bakanlar olduğu gibi en az onlar kadar hatta onlardan daha büyük bir kitle mevcut ve bu kitle, asıl şikenin maçlarda değil mecliste yapıldığına inanmaya başladı…

O halde geriye tek bir alternatif kalıyor: Mevzu daha derin ve büyük ?!  Rasyonel olan değerlendirme, bu gibi görünüyor. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, hayatta bazen rasyonaliteye uygun olmayan senaryolar da gerçekleşebilir. Bu kaydı da açık bırakmak lazım aslında..

 

    Ancak, bunlar kafaları karıştıran sorular?! Olayın gelişiminin anormalliği, akla bu tür sorular getiriyor..

    Hâsılı kelâm…

    Kamu vicdanı büyük yara aldı…

    Hükümete ve meclise duyulan güven örselendi..

 

   Yaşananlara ilişkin soru işaretleri ise; gerçeği aramanın ve bulduktan sonra da haykırmanın,hayatın anlamı ve varoluşun gayesi olduğuna inananların kafalarında, şüphe doğuran birkıymık olarak kaldı…!

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)
  • Özkan GÖZÜTOK

    Özkan GÖZÜTOK

    6.09.2011 23:40

    Çok güzeldi emin abicim :))

Yazarlar

Haber İhbar