
05304670437
Ziya Alp
Yeni yılın ilk günlerinde nasıl bir yazı yazmalıyım diye kıvranırken, “…müstakbel yılın herkese sağlık, esenlik, mutluluk v.s getirmesi……” dilekleriyle dolu “klişe” bir yazı yazmaktansa hiç bir şey yazmamam gerektiğini düşündüm... Sanki yeni bir yıla girmiyormuşum gibi yapmayı bile geçirdim aklımdan… hani şu reklamlarda “yeni yıla girmek istemeyen adam” tiplemesi var ya; ben de o misal, ancak “yeni yıla girmek istemeyen” değil de; “yeni yıla girdiğinden haberi olmayan adam” olabilir miyim dedim, kendi kendime…. Neden sonra, titredim ve kendime geldim… gerçek olanı görmezden gelerek hiçbir yere varamayacağım gerçeği, kulaklarımda çınlarken…. Evet, madem yeni bir yıla giriyoruz; bunu görmezden gelmenin ya da bundan habersiz olmanın imkânı yok… bari dedim başkalarının bize dayattığı şekilde değil de; kendi içimizden geldiği gibi ve kendimize yakışan şekilde girelim; ülkemiz ve insanlık acılı ve sıkıntılı bir süreçten geçiyorken..
Bu düşüncelerle cedelleşirken, 2012 yılına, her şeyin başı ve esası olan Amentü’yle başlamanın tam da “taşı gediğine koyma” mesabesinde, isabetli bir tercih olacağına karar verdim..
Ne de olsa pek çoğumuz, küçüklüğümüzden beri biliriz o’nu.. bir işe girişirken/başlarken, o işin Amentü’sünü öğrenmek gerektiğini de…
Amentü’nün orijinal metniyle ilk defa, yaz tatilinde gittiğim mahalle camisinde karşılaşmıştım. Burada öğretilen en başta gelen motto; yani dinin temeli ve özü, Amentü’ydü; ve daha işin başında onu ezberletirlerdi….
Allaha, meleklerine, kitaplarına………… hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine…..
Hep kafama takılırdı; Hayrın Allah’tan gelmesi tamam da, Şer nasıl O’ndan gelebilir? Diye..
Evet ezberlemiştik bu temel metni, ama sanırım pek anlayamamıştık..
Geçtiğimiz yıl izlediğim (yani henüz geride bıraktığımız 2011) bir habere ait görüntüler, kafamdaki soru işaretlerinin bir anda ünlem işaretine dönüşmesine sebep oldu; kafamdaki şüpheler yerini büyük bir hayrete bırakırken…
Meşhur robot Asimo’ydu haberin konusu.. Bildiğim kadarıyla şu anda dünya üzerinde en gelişmiş robot, Japonların Asimo’su.. neden sonra, aklıma Japonların bizim anladığımız anlamda ALLAH’a inanmadıkları, meselesi takıldı.. Oturdum hazreti google’nin başına ve küçük bir araştırma yaptım.. Karşılaştığım şeyler beni hayret ve dehşete düşürdü açıkçası… Kızsam mı ?, üzülsem mi? tam karar veremedim..
Buyurun siz okuyun ve karar verin…
Japonların geleneksel dinleri olan Şinto inancına göre; ormanlarda, dağlarda, denizlerde, kısacasıdoğada "kami" denilen ruhların (bunlar ilah kabul ediliyor) yaşadığına inanılıyor. Bunun yanında atalar ve kahramanlar da “kami” ilan edilebiliyor. Örneğin; askeri başarı elde etmiş bir kahraman ya da çok başarılı bir yönetici, Japonlar tarafından "kami" ilan edilebiliyor ve bu kişi o andan itibaren kendisine büyük saygı duyulan hayali bir ilah olarak kabul ediliyor..
Çok ilginçtir ki; modern Japonya'da üniversite sınavlarında başarılı olamayan, eğitim sistemindeki baskı yüzünden bunalan, şirketi iflas eden birçok Japon’un intihar yolunu seçtiği görülüyor. Japonya,gençlerdeki intihar oranının en yüksek olduğu ülkelerin başında.. Sadece2000 yılı içinde, yaklaşık 33.000 kişinin intihar ettiği tespit edilmiş.
Ölüm, ahiret, cennet ve cehennem inançları yok. Kendi uydurdukları gurur anlayışına ve diğer insanların gözündeki imajlarına o kadar büyük bir önem veriyorlar ki, başarısız olarak bilinmektense ölmeyi tercih edebiliyorlar çoğu zaman.
Bu noktada sahip olduğumuz dinin, bizim için ne kadar büyük bir hayat kaynağı olduğunu, bir kez daha anlıyoruz…
Bahse konu haber görüntülerinde; koca koca bilim adamları sonuç olarak kendi ürettikleri bir robotun attığı her adıma, yürümeye yeni başlamış bir bebek gibi yürüyüşüne, büyük bir hayranlık ve mutlulukla bakıyorlardı. Halbuki yürümeyi yeni öğrenmiş küçük bir bebeğin ki gibiydi adımları… ürkek, güvensiz, eğreti ve âciz…
Milyonlarca dolar devlet desteği, veri bankaları, bilim adamı, araştırma bütçeleri, 21’nci yüzyıl fetişizmi bağlamında yapılan bilim/teknoloji propagandası, harcanan zaman ve emek sonucunda elde edilen; eğreti bir hareketler bütünü, eğreti bir yürüyüş... Düşündüm, demek ki bu yürüme denen faaliyet aslında çok büyük bir ilim ve kudret gerektirecek kadar zor ve büyük bir iş… ve hatta bir mucize..
Nasıl yürüyoruz, hiç düşündünüz mü? Yürümek için milyonlarca sinir hücresi arasında onlarca, yüzlerce, belki binlerce sinyal alış-verişi meydana geliyor. Önce yürüme isteği ve iradesi beliriyor kalbimizde (işte bu zannediyorum “cüz’i irade” dedikleri şey olsa gerek) daha sonra bu irade, beynimizin ilgili noktasında bir uyarım meydana getiriyor. Beyin bu mesajı vücudun gerekli yerlerine sinirler vasıtasıyla elektriksel sinyaller olarak gönderiyor (ayaklar, kaslar v.s). Neden sonra bu mesajları alan unsurlar harekete geçiyorlar; ve bunu tekrar beynin ilgili noktalarına gönderiyorlar, ve beyin bu hareketi algılıyor. Ve bu süreç bir döngü halinde devam edip gidiyor.
İşte bu bizim önemsemediğimiz ve basit gördüğümüz yürüme eylemi bile, milyonlarca biyo-kimyevi ve elektro-kimyevi faaliyetin neticesinde meydana geliyor. Sadece birkaç saniye içinde gerçekleşen binlerce, milyonlarca işlemden hiç birimizin haberi olmuyor. Cereyan eden bu faaliyetlere herhangi bir müdahalemiz de söz konusu değil. Sadece bahse konu sürecin başlatılması için küçük bir sebebe karşılık gelen istek, meyil, cüz’i irade söz konusu. Yürüme faaliyetinde irademizin rolü, “cüz’i” seviyede olduğuna göre, yürüme eylemini yaratan biz değiliz elbette. Peki bunca faaliyeti yapan biz olmadığımıza göre bu işin faili kim?
Yüzyıllarca önce yaşamış adını hatırlayamadığım bilge bir kişiye, etrafında bulunan insanlar bize bir keramet göster, demişler. Oturduğu yerden kalkmış birkaç adım atarak yürümüş ve sonra tekrar yerine oturmuş. Bu mu demişler senin kerametin? Evet demiş, yürümekten büyük keramet mi olur… İnsan bir mucizedir, derken, laf olsun diye dememişler. İnsan ve insana dair her şey, o kadar değerlidir ve o kadar büyük bir bilgiyi ve gücü gerektirir ki, çoğu zaman kendimizle doğrudan ilgili işlerden bile haberimiz olmaz (kalbimizin kan pompalaması; yediğimiz besinlerin sindirilmesi v.s); bu ancak Allah’ın bir mucizesi olabilir.
Onca araştırma, bilgi, teknoloji, para, zaman, emek…..
Sonuç “Asimo” !
Oysa İnsan, en kompleks hareketleri bile büyük bir sürat, kolaylık ve mükemmellikle yapabiliyor..
Örneğin Asimo, horon tepebilir mi….?
Onlarca değişik hareketin ve farklı figürlerin, müziğin ve diğer ekip elemanlarının ritmine uygun olarak belli bir kompozisyon içinde gerçekleştirilmesi demek olan horonun, insan tarafından oynanabilmesi aslında bir mucize… Zannediyorum bunun bir mucize olduğunu en çok “Asimo”,yu icâd edenler anlıyorlardır… ya da herkesten ziyade onlar anlamalı değil mi ?
Herşeyi tesadüflere bağlayan, kendilerini yaratan güce vefasızlık ve saygısızlık eden insanlara sormak lazım… Bir “Asimo” bile onca çaba, ilim, zaman ve teknoloji sonucunda meydana getirilebiliyorsa; düşünen, seven, hisseden, ağlayan, gülen, keşfeden, horon tepebilen ! ve (belki de en manidarı olarak) Asimo’yu yapan “İnsan”, nasıl olur da kendi kendine, tesadüfen meydana gelebilir…
Tüm bunlara rağmen, O’nun yarattığı mükemmel düzeni ve varlığı görmezden gelmekten daha büyük bir şer/kötülük olabilir mi? Asimo’yu icad ettikten sonra ALLAH’ın büyüklüğünü ve buna mukabil kendi küçüklüğünü anlamamak, bu robotu üretenler için kendilerine yaptıkları en büyük kötülük değil mi ?..
Halbuki özellikle Japonlar, çok akıllı, çalışkan ve dünya için önemi çok büyük bir toplum.. Nasıl oluyor da din konusunda bu kadar kör olabiliyorlar ve atalarının gittiği yoldan gitmekte ısrar ediyorlar, anlamak mümkün değil. Umarım 2012 ve takip eden yıllar özellikle Japonlar için, akıllarını işlettikleri ve gerçeğe uyandıkları bir zaman dilimi olur…
Her şeyi yapan O; ve her şey O’ndan. Ama kötülüğü kendine eden de ancak insan. En sonunda şöyle düşündüm: Bir insan için en büyük şer, en büyük kötülük; ALLAH’ın var olduğunu işaret eden bir nesneyi, yani Asimo’yu, kendi ellerinden çıkmış olmasına rağmen, Yaratıcıya götüren bir sebep olarak göremiyor ya da görmüyor oluşlarıdır. Evet şer, kötülük ALLAH’tan değil bizzat kendi ellerinden çıkmış oluyor böylece… Anlıyordum ki, gerçekten de biz insanlar, kendi elimizle işlediklerimizden ötürü kötülüğe maruz kalıyor ve kendi kendimize zulmediyoruz.
Şer, istersek şer yaratıyor.. Hayır da, Şer de O’ndandır hakikati açıklığa kavuşuyor…
Bir şeyi istememiz ya da arzulamamız (cüz’i irade) bile aslında O’nun dilemesiyle meydana geliyor.. Eğer Allah dilemeseydi, dileyemezdik.. İstememizi istemeseydi isteyemezdik. Yani sahip olduğumuzu zannettiğimiz cüz’i irade bile, külli bir iradenin tecellisi aslında. Allah bizlere bir tercih hakkı veriyor ve bizlerden doğruyu tercih etmemizi istiyor. Ya gerçeği kabul edip huzura ereceğiz; ya da yalana teslim olup daima azap içinde kalacağız..
İstemenin (Cüz’i irade) bile O’nun izniyle gerçekleştiği, insanın kendi kendisine bile malik olmadığı bir dünyada, neyi anlayabiliriz ve neye sahip olabiliriz ki gerçek anlamda..
Evet, aslında herşeyi yapan “O” ve herşey “O”ndan..
Bizi yediren, içiren ve giydiren; üşüdüğümüzde içimizi ısıtan; kalbimizi attıran, vücut fonksiyonlarımızı, hareketlerimizi, duygularımızı yaratan; yalnız kaldığımızda bize şahdamarımızdan yakın olduğunu hissettiren; gezegenleri döndüren, geceyi dinlenmeye, gündüzü de rızkımızı kazanmaya sebep kılan, seven, sevdiren, hep “O”…! Bununla birlikte, varlıkla, yoklukla, hastalıkla, dertle, hüzünle, savaşla, acıyla bizleri imtihan eden de gene “O”..! Zira biliyoruz ki; Yağmur yani Rahmet, rüzgârın yani zahmetin ardından gelir.. ve o geldikten sonra her yer cennet misali yemyeşil oluverir..
Yunus’un dediği gibi: Gelse celalinden cefa, yahut cemalinden vefa; ikisi de cana safâ, kahrın da hoş, lütfun da hoş.. demek kolay, ancak bizim gibi sıradan insanlar için bu gerçeği, hakkıyla anlamak ve yaşamak ne kadar mümkün?
Bu son noktada söz bitiyor, dil kekeliyor, ses sessizliğe bürünüyor, akıl almış başını dağlara vuruyor kendini, idrak ahmaklığa meylediyor…
Ve Son Peygamberin en yakın arkadaşı Hz. Ebu Bekir’in bir sözü yetişiyor imdadıma. Diyor ki o derin insan: En büyük idrak, Allah’ın zatının idrak edilemeyeceğini, idrak etmektir!
Ne müthiş bir söz…
Evet maalesef, insanın karanlık bir yönü var ve o yönü açısından insan, nankör, vefasız ve düşünmekten aciz… Anlayamadığı ya da nefsine hoş gelmeyen şeylerden ötürü anlamazlıktan geldiği her şeyin üzerini çiziyor, ahmakça.. Kavrayamadığı zaman “yok” ! diyor, pervasızca… Göremiyorsam, duyamıyorsam yok, yok ! diyor… Belki de, kendisinin bile inanmadığı bir saçmalığa inanmak istiyor !
Halbuki modern bilime göre; insan ancak belli desibel aralıktaki sesleri duyabilir. Ya da belli büyüklükteki cisimleri görebilir. Mikroskop icat edilmeden önce, mikro canlıları göremiyorduk.. peki onlar yok muydu bu icat yapılmadan önce ? Elbette vardı ancak biz göremiyorduk..
Ya da örneğin insan, köpeklerin duyabildiği bazı sesleri duyamıyor.. Köpekleri kaçırmak için yapılan bazı cihazlar (köpek kovucular) sadece köpeklerin duyabileceği desibele karşılık gelen rahatsız edici bir ses çıkarıyor; ve o sesi siz duymuyorsunuz… Bunun gibi fare ve çeşitli haşereleri rahatsız edip kaçıran ultrasonic ses cihazları da üretilmiş günümüzde.. Onların duyabildiği ama bizim duyamadığımız sesler var… O seslerin var olduğunun en büyük delili ise, yine bugünkü teknolojinin icad ve tecrübe ettiği cihazlar… Kim bilir belki de ileriki yıllarda şu an göremediğimiz bazı varlıkların seslerini veya görüntülerini deşifre edebilen cihazlar bile üretilebilecektir..
Netice itibariyle; bazı şeyler vardır ki; onların var olduklarına inanmamız için görmemiz ya da işitmemiz gerekmez.. Zira kafamızın üzerinde taşıdığımız gözlerimizin ve kulaklarımızın güvenilirliği; gönül gözümüzün/basiretimizin keskinliğinden ve vicdanımızın sesinden çok daha azdır. Maddi gözlerimiz yanılabilir; yarısı suya giren bir cismi kırık olarak algılayan bir göze, haddinden fazla bel bağlamamak gerekir..
Ama vicdanınız ve basiretiniz asla yanlış görmez ve yanlış duymaz; onlara gönül rahatlığıyla teslim olabilirsiniz.. Zira, vicdanlarına ve basiretlerine teslim olanlar, asla kötülüğün mahkûmu olmaz ve yanılmazlar !
İnsanoğlu bazen, önündeki çukuru bile göremiyor ve içine düşüyor.. Evet, bu kadar kör/basiretsiz ve dikkatsiz olabiliyor zaman zaman.. Peki, çukurun varlığını kabul etmemiz için, illa ki içine mi düşmemiz gerek!
Umarım hiçbirimiz, Allah’ın, Peygamberin, Ahiret’in, Mahşer’in, Mahkeme’nin ve tabiki Cehennemin varlığını, kısacası “Amentü”nün anlamını; Cehennem çukuruna düştükten sonra anlayanlardan ve eyvah edenlerden olmayız !
Dost acı söyler, demişler.. Vesselam..
Bu düşüncelerle birlikte 2012’nin, tüm insanlık için, Amentü’nün anlamının idrak edildiği ve hakikatlerinin yaşandığı bir yıl olmasını dilerim..
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Biz Bolulular (bizbolulular.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- İÇ DENETİM SERENCÂMESİ!
4.06.2014 - EYLEMSİZLİK KURAMI
22.05.2014 - KAPI KAPANMADAN!
7.08.2013 - DENETİM BAHARI!
28.03.2013 - 659’la GELEN UZLAŞMA!
19.02.2013 - SÜLEYMAN’DAN HAKKIN ALIR KARINCA!
6.02.2013 - MÜSTESNA BÜROKRAT!
23.01.2013 - NECİP FAZIL’IN BEKLEDİĞİ GENÇLİK !
8.01.2013 - ŞÜPHELİ DENETÇİ VE ŞÂİBELİ DENETİM (!)
3.12.2012 - ZİFİRİ KARANLIĞA DOĞRU!
18.11.2012
Yazarlar
-
Emre KetenMetal Değil Umut Üretiyoruz Yerli ve Milli Tıbbi cihazlar 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim AtalayBolu- Mengen’de Yaşayan 8.Yöresel Kültür- Giyim Şenliği 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Emin CandanSiyaset Artık Beyinde Kazanılıyor 20.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TÜRKANBOYKOTA BOYKOT LAZIM 6.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ali ÖzdemirKar tatili tembelliğe teşviktir 27.11.2024 Tüm Yazıları
-
Hasan LökKarabük Üniversitesi Üzerinden Ne Yapılmak İsteniyor? 19.04.2024 Tüm Yazıları
-
Hayreddin ÖzdenMedenileşme 12.03.2024 Tüm Yazıları
-
Mustafa Nuri Gürsoy“Hakikati kaybettik ve uzun sürdü bunaklığımız.” 31.12.2023 Tüm Yazıları
-
Özcan ÖzdemirMAÇ “O AN “ BİTTİ… 4.12.2023 Tüm Yazıları
-
Kemal Hilmi ÇelebiYKS 2023 ÜNİVERSİTE TERCİHLERİ HAKKINDA ÖNEMLİ BİLGİLER. 22.07.2023 Tüm Yazıları
-
Vehbi CamgözBU SEÇİMDE NEYİ OYLAYACAĞIZ !!!? 24.03.2023 Tüm Yazıları
-
Tahsin ÖtgüçİSLAMIN ENGELLİYE BAKIŞI 28.11.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa Cop“BOLU” MERKEZ “GÖL HAMİDİYE”DE ”KÖY YAŞAM MERKEZİ”AÇILIŞ TÖRENİNDEN... 21.09.2022 Tüm Yazıları
-
Ömer MadenBİR KEDİM BİLE VAR ANLIYOR MUSUN? (2) 5.08.2022 Tüm Yazıları
-
Fatih PekerMAVİ KELEBEK HİKAYESİ 14.07.2022 Tüm Yazıları
seyhan canan
keşşşşş...